Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Önceki gün öğle saatlerinde bir arkadaşım, beni evine akşam yemeğine davet etti.

Pijama-terlik konforundan vazgeçip akşam programlarına icabeti pek tercih etmiyorum. Dedi ki, “Tembellik etme, lüfer mevsimindeyiz, sana lüfer ikram edeceğim fakat o işin garnitürü; asıl ikram Boğaz’da yapılacak Cumhuriyet Bayramı kutlamaları; bizim evin pencerelerinden bütün sahneyi rahatça seyredebileceksin; emin ol ki değecek!”

Eh pekâlâ! 18 sularında evden çıktım; Bismillah, bizim sokakta trafik felç. Arkadaşımın ikazı sebepsiz değilmiş. Üsküdar’la Boğaz Köprüsü arasında araçlar, can çekişen iri kurun-ı vustâ hayvanları gibi adeta yolda sürünüyorlar. Sadece araçlar mı, yayalar (yani cumhur), fevc fevc (yani akın akın, dalga dalga) köprüye doğru sefer halinde. “Yahu bu bir CHP organizasyonu olmasın, korsan miting mi var nedir?” diye meraklanarak telâşla seğirten kalabalığa karıştım. Seyyar esnaf takımı tam kapasite iş başında; köfteciler, çaycılar, baloncular, ışıklı çubuk satıcıları, bayrakçılar hallerinden memnun (Ama alternatif bayrak değil, şu hepimizin bildiği ay-yıldızlı, kanuna uygun Türk bayrakları!).

Dostumun, eski dilde ancak “dide-i deryâ” diye tâbir olunabilecek (Leb-i deryâ, yani hemen deniz kıyısında değil, denizi biraz geriden de olsa gören mânâsında) eve tırmandığımda saat henüz 19’a gelmemişti ve trafik artık resmen ölmüştü. Daha sonra ömrümde ilk defa motorlarını kapatıp kapıları kilitleyen halkımızın araçlarını terk ederek sahilde köprüyü gören bir açıklık aradıklarını gördüm.

Uzatmayayım, kapıda beni karşılayan dostuma oflaya puflaya “Bu kadar zulme değmez yahu?” diye takıldım. Sâkin ve kendinden emin “Garanti veriyorum” diye gülümsedi. Yemek masasının hemen önünde Köprü ile Sarayburnu arasındaki Boğaz’ı bütün ihtişâmı ile avcuna alan manzara nefes kesici. “Ben bu manzarayı günün her saatinde bayılarak seyrederim; ilâve gösteri gerekmez” dedimse de ev sahibim, “Bekle, göreceksin” dedi.

Folyoda buğulanmış lüferleri derhâtır ederken masadaki roka, tere, soğan, maydanoz tepelemesini imâ ederek, “Lüfer dedin, bizi yeşillikle selâmetleyeceksin” diye takılmayı ihmâl etmedim tabii. Yemeğin yarısına gelmiştik ki bir tarrakadır koptu! Haberlerde görmüş olmalısınız ama bazı sahnelerin ekran hâli mânâsız kalıyor; orada olmak lâzım. İnsanlar, yani cumhur, yani çoluk çocuk, yaşlı genç, ev kadını, işçi, memur şenliğin tadını çıkarıyor; ıslık, alkış, hurra kıyâmet. Bayram dediğin böyle olmalı değil midir? Türkiye’nin her tarafında tekrarı mümkün değil belki ama devlet bu defa cumhur’a sert, ciddi ve içi boş nutuklar çekmeden, önünde uygun adım yürüyüşe zorlamadan, mânâsız sloganlar bağırttırmadan eğlendirici bir şey veriyor ona. Eh, havai fişek gösterisinden hoşlanmayana rastlamadım bugüne kadar; küçüklerle büyükleri aynı ilgi noktasında buluşturan bir çocukluk havai fişek. “Bu kadar para havaya savrulur mu; yol, su, elektrik...” faslından itiraz cümleleri kurmuyorum; çocukluk kavramını da küçümseme edâsıyla söylemedim zaten. İçimizdeki çocuğun şekerlemeye bayıldığını inkâr mı edeceğiz şimdi?

Evet, o çocukça sevince hepimizin ihtiyacı var; o yüzden havai fişekle bayram kutlanmasını pek mâsumâne, pek hoş buldum. Protokolsüz bir bayram neşesi bu; mülkî erkânın, resmî sıraya göre oturduğu şeref tribünü filan gibi saçma sapan uygulamalar yok.

Bu esnada cumhura şöyle bir tepeden baktım (rahatlıkla 30 metre filan vardı!), bayram geldi diye ideolojik çıkıntılık yapıp maraza çıkarmaya hiç niyetli görünmüyordu. Milli hâkimiyetin tasarruf tarzıyla ilgili bir sıkıntısı da yoktu galiba; iyi ve rahat yaşamak, çocuğuna iş bulmak, adam yerine konulmak derdinde hepimiz gibi.

Bence en iyi alternatif Cumhuriyet kutlama şekli budur; havai fişekçilik ülkemizde artık önü açık bir sektör haline geldi. Havaya savrulduğunu sandığımız fişekler birileri için cirodur, vergidir, iş hacmi genişlemesi ve istihdam demektir vesaire.

Arkadaşım, “Şimdi söyle” dedi, “Değdi mi; bana hak verdin mi?”

“Değdi” dedim; “Haklıymışsın; bu güzelliği herkes bir kere görmeli!”

Gülümsedi, lüferler soğumuştu ama değmişti doğrusu; lâkin söylemezsem içimde ukde kalır; Anadolu çocuğuyuz, ben yine de istavritçi takımındanım arkadaş!