Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Laik değerleri savunmak iddiasındaki basın organları, okuyucularını sürekli olarak vahim bir tehlikenin kapıya dayandığı konusunda kışkırtmaktan vazgeçmeliler, çünkü "işte o kolej... işte sınıfta namaz kılan öğrenciler!" başlıklı haberlerle Türkiye'de laikliğin yerleşmesine ve zihni bir tutum olarak varlığının altının çizilmesine yardımcı olmuyor, bilakis karşılıklı nefret ve anlayışsızlığın genişlemesine hizmet ediyorlar.

Evvela şu noktayı tesbitle yola koyulalım: Türkiye'de laik kültürün gerekliliğini savunanlar önemli bir sayı yoğunluğuna sahiptir; bu kitle zannedilenin aksine azalmıyor, en azından varlığını koruyor ve gelişiyor. Ben bu gelişmeden hoşnutsuzluk duyanlardan değilim çünkü Laisizmi din aleyhtarı bir hareket olarak görmüyorum; bana göre Laikliği savunanlar sadece devletin temel prensiplerinden birini değil, aynı zamanda kendi hayat tarzlarını da müdafaa etmek istiyorlar ki bu yaklaşıma saygı duymakla mükellefiz. İsteyen herkes, başkalarını tahakküm altına almadıkça dilediği hayat görüşünü yaşayabilmeli, propagandasını yapabilmeli ve görüşlerini savunurken her türlü tehlikeden emin olmalıdır.

Yanlışa düşülen nokta şu: Laikliği savunanlar, kendilerininkine benzemeyen başkaca hayat tarzları ve dünya görüşleri karşısında dehşete düşerek hemen şikayet ve ihbar refleksine kapılıveriyorlar. Hiç kimse, inançlarını tehdit veya tehlike kapsamı içinde görmek istemez, aksine kendi değerlerine saygı gösterilmesini bekler ve bu beklentisinde haklıdır. Ne yazık ki onlarca yıldan beri şahit olduğumuz şey, dinini samimiyetle yaşamak isteyen kişilerin âdeta bir "devlet, sistem, rejim, medeniyet, insanlık ve nezaket düşmanı" imiş gibi nitelenerek ânında çarmıha gerilmeye kalkışılması.

"İŞTE O KOLEJ!"

İşte o örneklerden birini soğukkanlılıkla incelemenin vaktidir: Geçen hafta Hürriyet'te yer alan bir habere göre Şefkat Koleji'ne öğrenciler başörtüsü ile gelmekte ve derslere böyle girmekte, sınıfta namaz kılmakta imişler; ayrıca öğrenciler arasında haremlik-selamlık uygulaması yapılıyormuş. Hürriyet gazetesi, haklı olduğu davasını isbat için sanki yıllardır bir delil arıyor da nihayet yeni ele geçirmiş bir eda ile "İşte o kolej" başlığını seçmiş; haberi süsleyen fotoğraflar da yazılanları doğrulayan türden kareler.

BİR YANLIŞ, BİR DOĞRUYU GÖTÜRMEMELİ...

Şimdi doğrularla yanlışları ayıralım ki kafa karışıklığına gitmesin:

-Diğer okullarda benzeri bir uygulamaya izin verilmezken, "o kolej"de okuyan çocukların bir istisna parantezi içinde imiş gibi (başörtüsü, okulda mescid) müsamaha görmesi doğru değildir. Doğru veya değil, kılık kıyafet standartları her okulda aynı derecede uygulanmalıdır.

-Anlaşıldığı kadarıyla uyuşturucu kullanmayan, ahlak dışı ritüellere iltifat etmeyen, disiplin ve edebi tahriş etmeyen bu çocukların birer gizli örgüt mensubu imiş gibi konu mankeni haline getirilmesi ve hedef tahtasına çivilenmesi çok yanlıştır.

-Okul veya herhangi bir kamu binasında namaz için mescid tahsis edilmesi, çok iğrenç veya ayıp bir şeymiş gibi görülmemeli, gösterilmemelidir. Yanlış olan kamu binalarında mescid odası tahsisi değil, istemeyenlerin mescide girip ibadet etmeye zorlanmasıdır. İbadet gibi insani ve medeni bir ihtiyacı görmezden gelen çarpık bakış sürdükçe, böyle binalarda şöyle veya böyle bir mescid -açık veya gizli- mevcud olacaktır. İnsanları, gizlice mescid ihdas etmeye ve hırsızlık yapar gibi namaz kılmaya mecbur eden anlayış, eninde sonunda ihlâle uğrar.

Neticede bu gibi haberlerin yaptığı tesiri şöyle özetleyebiliriz: Kendisini laikliğin savunucusu olarak görenler şöyle düşünüyor olmalılar: "İşte, bunlar devleti adım adım ele geçiriyorlar; son derece gizli, hesaplı ve sinsi hareket ediyor, güçlü olduklarını hissettikleri yerde pervasız davranıyorlar. Biz bugüne kadar bu gibi şeylere göz yumarak hata ettik; sesimizi yükseltmeli ve neyin doğru olduğunu haykırmalıyız; çünkü bunların nihai maksadı bizim hayat tarzımızı ortadan kaldırmak ve herkesi kendileri gibi düşünüp davranmaya mecbur etmektir." Buna mukabil inançlarından ötürü Türkiye'de itilip kakıldığı kanaatini taşıyanlar, "olması gereken de budur; inançlı olduğumuz için parmakla gösterilmekten, kinaye ve aşağılamaya uğramaktan usandık; elbette Türkiye'de her okulda buna benzer uygulamalar görmek isteriz" diye düşüneceklerdir.

İMKANSIZ DEĞİL AMA ZOR

Bu bir çıkmaz değil, çözülmesi imkansız bir problem de değil: "Muasır medeniyet"in kalbi sayılan Batı'da artık böyle haberler yapılmıyor, çünkü orada laiklik, kişilerin inanç ve ibadet hakkını tahdit eden ve aşağılayan değil, aksine herkesin din ve vicdan hürriyetini temin eden biçimiyle anlaşılıp uygulanmaktadır. Batı'yla aramızda vahim bir zihni kavrayış farkı var ve bu farkın birkaç nesilde ortadan kalkmasını beklemek iyimserlik olur.

Laikçi basın, okuyucularının korkularına hitab ederek kendine zinde taraftar bulma kolaycılığından vazgeçerek, insanların dinî davranışlarını, sanki çok ayıp ve aykırı bir şeymiş gibi göstermek alışkanlığından vazgeçmelidir; çünkü bu tavır, laikçi basının doğrularını da görünmez hale getiriyor. Nitekim bu haberde doğrular, yanlışlarla karıştırılarak sunulduğu için Hürriyet'in "hakperest"liği hakkında bir itimadsızlık havası oluşuyor. Laikçi basın buna benzer haberleri defalarca yaptı; bunlardan çoğu tekzib edilince veya haberin abartıldığı sonradan anlaşılınca, pek çok kişi nezdinde "bunlar zaten böyledir; alelacele bir şeyler yazarlar ve genellikle yanlış çıkar" intibaı yaygınlaşıyor; halbuki bu gibi haberlere hakperest ve dürüst bir yaklaşım gösterilse, farklı hayat tarzına ve görüşüne sahip insanların bir arada yaşama edebine erişmelerine daha çok hizmet edilmiş olacaktır. "Yalan haber-tekzip ve rezalet" mekanizması işletilmemelidir. Neticede birbirimizin görüşlerini paylaşmasak da beraber yaşamaya mecbur ve mahkumuz.

Eğer mevcutsa, Türkiye'de gericiliğin yaygınlaşmasına, kendini "ilerici" sayan muhitlerin katkısını görmezden gelmek olmaz. Görülüyor ki, herhangi bir mesele hakkında doğru veya yanlış hükmü vermek için evvela ortak kıstaslar gerekiyor; biz henüz kıstaslarda anlaşamıyoruz ve kıstasları kendimize göre yorumlayarak karşı tarafı suçlama eğilimine giriyoruz; bu anlaşmayı ve karşılıklı anlayışı değil kavgayı doğurur.