Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Devamlı okuyucuları ne hisseder bilemem; ama ara-sıra o gazetelere bakmak durumunda olan birisi olarak resmen hakarete uğradığımı hissettim.

"Bizim okuyucu, şöyle manşet kenarında bikinili kızların resmini görmeye bayılır; haberi nasıl olsa uydururuz" yaklaşımı bence okuyucuya hakarettir. Mekanizma böyle çalışıyor galiba: "Mevsim yaz, plajlar hareketlendi, okuyucu böyle güzel günlerde ağır, ciddi ve vahim haberleri okumaz, öyleyse sayfaları hafifletelim!"

"Okuyucu" bu muameleye lâyık mıdır bilemem; aslında bal gibi biliyorum da söylemeye dilim varmıyor ama mekanizmanın bir de şu yönü var, ihmâl edilmemeli: Okul önlerinde uyuşturucu satışını engellemezseniz bir süre sonra müşteri sayısı artacaktır. Tam da bu noktada, "öğrenciler kendi iradeleriyle satın alıyorlar; talebin olduğu yerde arz da olur, size ne" savunması ne kadar ahlâkidir, erbâbı tartışsın dursun.

İsimlerini vermeyeceğim çünkü bu kadarını hak etmiyorlar; iki gazete dün, aynı "meşhur bayanlar"ın birbirine benzer bikinili pozlarını birinci sayfalarında ağırlayarak özel haber yaptıklarını ileri sürdüler. H.A ve Ö.E. isimli bayanlar Mısır'a gitmişler. Gazetenin ifadesine göre "uslu durmamışlar" ve iki İtalyan futbolcu ile bir hafta "gönül eğlendirmişler". "Alan razı, satan razı, sana ne kardeşim" diyebilirsiniz, "bu da o gazetenin 'özel haber' anlayışı diyebilirsiniz. Her gazete, sayfalarını dilediği gibi kullanır; okuyucu beğenirse okur, beğenmezse okumaz." diyebilirsiniz; evet haklısınız ama okuyucunun pek de adam yerine konulmadığı gerçeği hâlâ dimdik ayakta durmaktadır. Her iki gazete de olayın bir "kaçamak" olduğu ve özel muhabirlerinin özel gayretleri ile elde edildiği iddiasında bulunuyor ama her nedense haber, aynı gün farklı gazetelerde, aynı mekanda (yani bilmem ne otelinin plajında) farklı objektifler tarafından çekilmiş, aynı objeleri görüntüleyen fotoğraflarla okuyucuya sunuluyor. Böyle durumlar ancak basın toplantılarında olur. Basın toplantısı yapacak kişi gazeteleri arayarak bir açıklama yapacağını, muhabir gönderilmesini rica eder ve ertesi gün biz aynı olay hakkında farklı haber metinleri ve farklı açılardan çekilmiş fotoğraflar görürüz. Aynen böyle bir durumla karşı karşıyayız. Kaçamak denildiğine bakmayın, kaçamak yapanlar objektifin karşısında ayıla bayıla poz vermezler pek; bu daha ziyade önceden tertip edilmiş bir basın toplantısını andırıyor. Âlâ, güzel ama şu iki güzide gazetenin birinci sayfalarında ne işi var?

"Efendim tatil mevsiminde gazeteler okuyucu kaybeder; sayfaları böyle güzide, son derece saygıdeğer bayanların gönül açıcı resimleriyle renklendirmekte beis görmeyiz" mantığı, bana göre neticede okuyucuyu tahfif etmek anlamını taşıyor. "Evet, yaptığımız pek doğru bir şey değil ama, okuyucu böyle istiyor ne yazık ki!" mantığı savunula savunula gazetelerimiz gazete olmaktan çıktı. Kahve dövenin hınk deyicisi makamında yayın yapan bir itibarsızlık çizgisi, basın dünyamızı niteleyen en belirgin hat haline geldi.

"Kötü bir şey yaparsak okuyucu zaten bizi cezalandırır; siz ne karışıyorsunuz" denilebilir mi? Elbirliği ile nasıl bir okuyucu kitlesinin yoğrulmakta olduğunu görmüyor muyuz? Televizyon seyircisi böyle zıvanadan çıkarıldı; tarihin hiçbir döneminde kitleler, Türkiye'de televizyon seyircisinin aşağılandığı derecede tahkir edilmemiştir. "Seyrediyorlar ne yapalım" diyemezsiniz; kötüyü model gösterirseniz kötü rağbetlenir. Mârifet iyiyi, doğruyu terviç etmekte.

Okuyucu, seyirci, sıfatımız her ne ise; medyanın aynasında gördüğümüz kendi suretimiz; suyun başındakiler ise yaptıkları işe, kendilerine ve bize saygısı kalmamış adamlar. Bilelim.