Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

En iyimser hesapla on yıldan önce Avrupa Birliği'ne üye olamayacağımız kesinlikle anlaşıldı. Bu durumda hükümetin "reformlara devam edeceğiz" vaadi ümit vericidir, Avrupa Birliği kendisinden bekleneni yaptı öyleyse biz de işimize bakalım; herkes kendi işine baksın.

Önümüzdeki on yılı, Türkiye'yi Avrupa Birliği normlarına ulaştırmak için samimiyetle çalışarak değerlendirelim. Eğer bu çalışma takviminde başarılı olursak on sene sonra oturur, Avrupa Birliği'nin bizim için hâlâ câzip bir ülkü olup olmadığına bakarız. Bana öyle geliyor ki, on yılını doğru istikamette çalışarak tasarruf etmiş bir Türkiye'nin, "medenî ve diplomatik nezâket haricinde" bir başka medeniyet projesine katılmak için bunca heves ve hatta düşkünlük göstermesine ihtiyacı kalmayacaktır. Diğer taraftan on yılını doğru ve verimli kullanmış bir Türkiye'ye Avrupa Birliği'nin çok ihtiyacı olacaktır; bugün Avrupa Birliği için Türkiye'nin birliğe ithali, onlar açısından tehlikeli, verimsiz ve yakışıksız görünüyorsa da kendi irâdesi ve kuvveleriyle problem çözmeyi öğrenmiş bir Türkiye'nin üyeliği Avrupa Birliği için vazgeçilmez bir ihtiyaç haline gelebilir.

Ve o gün tekrar oturup Avrupa Birliği'ne girmenin veya dışarda kalmanın faydasını müzakere edebiliriz.

Önce şu berbat, sevimsiz ve yakışıksız "Jöntürk" tavrını terk edip, kısaca ve sadece "Türk" olmayı keşfetmemiz lâzım. Milliyetçiliğin en doğru ve en verimli tasarruf tarzı işte bu hâleti bürünmektir. Her TC vatandaşının anayasal mânâda kendini Türk hissetmesini özendirmemiz gerekecek: Üreterek zengin olmayı öğrenemez miyiz, entelektüel birikimimizi bir şehrâyin şölenine çevirecek kafa gücünden fıtraten mahrum muyuz, devlet"toplum ilişkilerinde insanı, toplum"devlet ilişkilerinde dayanışma ve kolektif irâdeyi öne çıkaracak kadar basiretimiz yok mu? Kendimize güven ve saygı duymayı, Avrupa Birliği'nin katkısı olmadan başaramaz mıyız? Yukarıdaki sorulara "AB'nin katkısı olmadan asla!" cevabını revâ görenlerle ihtilâfım var zira böyle düşünmek, Türklerin "ikinci sınıf dünyalı" olduğunu varsaymakla aynı şeydir; bu mânâda "Türk" olmak, üstünlük değil eşitlik iddiasıdır.

Benim "Türk" olmaktan anladığım budur.

Jöntürkler medeniyet nâmına yegâne ışığın Batı'da parıldadığına inanıyorlardı ve bizim her hâlimiz onlara fersûde, çirkin ve geri görünüyordu; Türklerin yeni dünyada varlık sebebini, Batılı tarzda modern olmak çâresine bağlayan görüş sahiplerine artık saygı duymak zorunda değiliz; "üstünlük değil eşitlik" tezinden hareket eden bir millî heyecan, yarının dünyasında Türklerin kendi medeniyet ve ahlâk tasavvurlarını inşâ etmeleri ihtimâline kuvvet kazandırır. Jöntürklük hâletinden pejmürde ve kirli bir hırka gibi sıyrılmamız gereken nokta burasıdır.

Avrupa Birliği'nin önümüze koyduğu on yıllık vâdeyi ancak bir Jöntürk'ün kapılabileceği, "yine olmadı, yine medeniyetin nûruna vâsıl olamadık" cinsinden bir kahırla karşılayıp kendimize acımak yerine aktif bir çalışma heyecanına dönüştürebiliriz. Her şey bize bağlı. Eğer fıtraten geri, düşünme özürlü ve kabiliyetsiz olmadığımızı düşünüyorsak 12 Aralık 2002 tarihini bir yükselme trampleni haline getirebiliriz.

Böyle bir ülkenin vatandaşı olmak, ülkenin nüfus kâğıdını taşıyan herkese şevk ve gurur verir, bugün bize aşılmaz gibi görünen ve yıllardan beri başımızı ağrıtıp duran pek çok iç meseleyi çözüverir ve Türkiye'yi dünya siyasetinde saygıdeğer bir aktör durumuna getirir. Ne var ki Jöntürk fikriyatının ufkunda "metbû"luk yani kendisine tâbi olunan merci olmak değil, "tâbi"lik vardır. Jöntürklük bir yenilginin remzidir ve siyasi plândaki yegâne temsilcisi sadece Damat Ferid Paşa'dan ibaret değildir.

Ne Avrupa'ya küselim, ne de Batılı insan tipinin son iki asırda inşa ettiklerini küçümseyelim: Batı Avrupa, XX. yüzyılda Amerika kıtasına karşı kaybettiği siyasi üstünlüğü yeniden kazanmak için, kendi muhakemeleri ölçüsünde en mâkul atılımı gerçekleştirmiş ve devletlerüstü bir Avrupa Birliği kurmak dâvâsına sarılmıştır; bu projede şu günkü şartlar çerçevesinde Türkiye'ye yer vermek istemeyişlerini artık anlamak zorundayız. Kaldı ki Avrupa Birliği, dünyanın geleceğine giden son tren filan da değil. Önümüzdeki on yıl, Avrupa Birliği ile "Birleşik Amerika Devletleri" arasındaki ilişkinin nihai şeklini öğrenmemiz açısından da son derece öğretici olacaktır zannındayım.

Toparlayalım; Jöntürklüğün lüzumu yok; bir de sade "Türk" olmayı deneyelim hele!