Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İki cins arasındaki âhengin nüktesi, kabaca eşitlikte değil, derûnî adâlette aranmalı; insanlığı zenginleştirecek şey eşitlik değil adâlet. Hiç bilmez misiniz, eşitlik adâleti incitir çünkü basit bir simetriden ibarettir ve simetri geometriye dairdir. Varlığını bildiğimiz bütün hayat türleri asimetrik; hikmetini bilebilmemiz ise imkânsız.

"Kadın yazar" kavramının simetrisi "erkek yazar" mıdır yani? Hayatın bize sorup durduğu ve cevabını beklediği sorulardan hangisine böyle geometrisi düzgün karşılıklar verebiliriz ki?

Eşitlik fikrinin telaffuzu ile Modernite hemdem sayılırlar; Modernite, eski dünyaya ait bütün kurum ve kavramların yeniden târif edilebileceğini ve dünyanın yeni baştan kurgulanabileceğini, varsaymıştı. Kâğıt üzerinde heyecan verici ve mümkün görünen bu tasavvurun en safdil rükünlerinden biri, eşitliğin iki cins arasında tatbiki kabil bir "ıslahat" (isteyenler devrim de diyebilirler) olduğu inancıydı. Netice mâlumdur; insan soyunun en fazla hakarete, zulme, kıyıma ve tabii adaletsizliğe mâruz kaldığı devir modern zamanlardır. Haydi "cins ayrımcılık" gözeterek yeniden kuralım cümleyi: Bilinen bütün tarih boyunca kadın cinsi, modern zamanlarda olduğu kadar aşağılanmamış, metâ haline getirilmemiş ve tüketilmemişti. Yanlış kurgulanmış teoriden doğru olgu çıkmaz: Modernizm, felsefî mânâsıyla yaradılışa meydan okumak, onun verilerini yanlış kabul ederek daha iyi bir dünya tasarlamaktır. Daha güzel bir dünya tasavvuruna âmennâ lâkin hesap yanlışına yanlış demeyecek miyiz?

Bu raddeden sonra kadın olmak, eski zamanlara göre çok daha zor; erkeklerle bütün alanlarda eşit rol almak ülküsünün yaygınlaşmasından sonra kadın cinsinin ruh kimyâsı bozuldu; bir türlü mutlu olamayan, bir türlü huzura erişemeyen yeni bir kadınlık hâleti mânidar bir çoğunluk teşkil etmeye başladı. Övünebiliriz, şimdi bizim de daha altı yaşından itibaren parlak bir kariyer için kamçılanan, tabiatına galebe etmesi için kışkırtılan ve günün birinde kendini, "ben ne yapıyorum yahu?" diye sorgulamayı aklına bile getiremeyecek kadar yorgun, meşgul ve mutsuz kadınlarımız var etrafımızda. Modern olmanın bundan âlâ göstergesi mi olur?

Yazarsın, çizersin, koşarsın; yönetir, kazanır, çalışırsın ama kariyerine ilâve ettiğin her parlak satırbaşının, tabiatında bir şeyler eksilttiğini hüzünle, çoğu kere telafisi imkânsız pişmanlıklarla fark edersin. Eşitlik istedin, işte eşitlik; üstünlük istedin, işte üstünlük; mutluluk da istiyorsun, keşke mümkün olabilse!

Erkeğin ezelî zaafı, kadına bakışında meknûz bulunan hükümranlık iştihasını terbiye edememek; halbuki en büyük imtihanlarından birisi budur; güçlüler âdil olmalıdır lâkin güçlüler âdil olmamayı daha kolay bulurlar. Hepimiz tabiatımıza yerleştirilmiş çelişkileri denetim altında bulundurmakla mükellefiz.

Evliliğin biyolojik mânâsı nesli sürdürmek; mânevi karşılığı ise yekdiğerini mes'ud etmektir. Evlenen her çifte, birbirlerini mutlu etmek için yemin etmiş olduklarını da yeniden hatırlatmak lâzım belki de.

Eskiden kız çocuklarına "Saadet" ismi de verilirdi, artık tercih edilmiyor; "Özgür kız", mutlu musun? Heyhat; Mutlu artık bir eril isimdir ve sen onu hayatında nereye yerleştireceğini bir türlü kestiremediğin hürriyete tercih ettin!

Kadınlık halleri, kadınların değil insanlığın halleridir aslında; bir yanda cins ayrımcılığına karşı çıkar gibi dururken beri taraftan "kadınlık halleri"nin sadece kadınlara mahsus bir ezâ sebebi gibi algılanıp, bu gibi hicrânlardan doğan öfkenin nedense hep de "muhafazakâr ve orta yaşlı" erkeklere tevcih edilmesini garip ve mânâsız buluyorum. Dışardan güç gösterisi gibi görünse de, derûnî hicranların bu raddede dile pelesenk edilmesi zaafiyettir aslında. Bende tepkiden ziyade merhamet uyandıran bir zaafiyet.

Haydi haydi, insanlık hallerinden bahsedelim biraz da!