Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

‘Laik Cumhuriyet tehlikede!’ diyerek sokağa dökülüp yürüyüş yapan tiyatro sanatçıları gördüm televizyonda. Diyorlardı ki: “Demokrasilerde üç şey vardır ve bunlar tehlikeye girerse fenadır: Yasama, yürütme ve yargı… Bunlardan biritehdid altına girerse kötü, üçü birden girerse daha da kötü. İşte biz bunun için yollara düştük, yürüyoruz.”


Tiyatro sanatçılarının hepsini aynı kapsama dahil etmek yakışık almaz, fakat bazılarında vahim derecede meslek hastalığı arâzları görülüyor. Nedir bu meslek hastalığı denilen şey? Rol yapmak… Sahnede bir başka insanın rûhuna, kalıbına, karakterine girmek için gösterilen oyunculuk performansının gerçek hayatta da sürdürülmesi. Acı çekerken çekmiyormuş gibi veya tam aksi durumda acı çekiyormuş gibi yapmak...

Türkiye’de laik Cumhuriyet tehlikede mi? Gerçekten Türkiye’de laiklik veya Cumhuriyet veya ileri sürüldüğü tamlama hâlinde “laik Cumhuriyet” tehdid altında mı? Yoksa sadece rol mü yapıyorlar; büründükleri karakteri fazlaca yaşamaktan travmatik psikolojik darbelere mi mâruz kalıyorlar?


Acı çekmediği hâlde acı çekiyormuş gibi yapmak sadece bazı tiyatroculara mahsus bir hâl değil; birkaç seneden beri, “tehlikedeyiz, batıyoruz, ülkeyi sattılar, ihanet hâlindeler, her şeyi çalıyorlar, Cumhuriyeti yıkacaklar” gibi kumpanya sloganlarıyla topluma korku salmak, tedirginlik yaymak ve herkesi birbirinden ürker hâle getirmek şeklinde bir psikolojik savaş yürütülüyor. Kumpanyanın en akılda kalan mottosu, Cumhuriyet Gazetesi’nin manşet üstünden günlerce yayınlanan “Tehlikenin farkında mısınız?” yazısı idi.


Farkındasınız, bu psikolojik harekât hâlâ sürüp gidiyor; hatta en gergin günlerini yaşıyoruz. Kendilerini devrimci, Kemalist, ulusalcı, solcu diye tarif eden bazı insanlar ısrarla ve ısrarla Cumhuriyetin tehlikede olduğunu, kendilerinin ise Cumhuriyetle kazanılan şeyleri kaybetmemek için demokratik haklarını kullanmaya çalıştıklarını ileri sürüyorlar.

Gerçekte olup biten, söylenenlerden çok farklı. Bir süre önce Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan el bombalarıyla boy gösteren ipuçları, az zaman içinde devâsâ bir suç örgütü iddianamesine dönüştü. Sahip oldukları otorite, servet, mevki ve imtiyazla yetinmeyen bir azınlığın, gözlerini karartarak doğrudan iktidar için her cinsten suçu işleyecek tarzda hazırlandığını gördük. Ne var ki bu suçla itham edilenler, daha önceleri olduğu gibi gariban ve genç örgüt mensupları değildi; güç kullanan, tanınmış, variyetli ve mevki sahibi insanlardı ve Türkiye’de kamuoyunu etkileme kudretine sahiptiler; hâlen de öyleler.

-Ordu içinde güçlü uzantılara sahip olduklarını, sanık yapısından anlıyoruz; tutuklanarak duruşmaya çıkarılan emekli generallerin, daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmeleri Türkiye’yi sarstı ve şaşırttı.

-Bürokrasi içinde önemli bir güce sahip oldukları âşikâr; bazı bürokratik mevkilerde, açılan davaya karşı kararlı bir direnişin hâlâ sürdüğünü görüyoruz; bu uzantıların yüksek yargıyı etkileyecek derecede ilginç bağlantıları var.

-Sanıkların profilinden anlaşıldığı kadarıyla bu örgüt üniversite camiası ve akademisyenler arasında da yaygınlaşmıştır.

-”Sivil toplum örgütü” diye adlandırılmaması gerektiği hâlde örgüt, itibarlı isimler altında kendince bir sivil yan teşkilatlanmaya da girişmiştir.

-Basındaki uzantılar, örgütün en güçlü olmasa da en etkili yanını teşkil ediyor. Bazı gazete ve televizyonları doğrudan yöneten örgütün en büyük destekçisi, örgüt mensubu olmadıkları hâlde örgüte sempatik destekte bulunan yayın organları oldu. Bu basın organları, delilleri küçümsemek, sanıkları yüceltmek, suçu önemsememek, iddia makamını ve yargıyı suçlayıcı tavırlara yönelmek, davanın siyasileştiğini ileri sürmek, tutuklu ve tutuksuz sanıklara kötü davranıldığını iddia etmek gibi eylemlerle örgütün en büyük destekçisi sayılabilecek bir yayın faaliyeti içinde bulunuyorlar.

-Örgüt, basına ilaveten siyasi platformda da güçlü bir desteğe sahip. Ana muhalefet partisi liderinin kendini, -şaşırtıcı bir angajmana girerek- örgütün avukatı ilan etmesi çok önemliydi.

-Sanatçı ve entelektüel taraflarıyla öne çıkan kişilerin aynı mahiyette destekleyici tavır almasını da ihmal etmemek gerekir; sayıca fazla olmasalar da kamuoyunda tanınmış isimlerin örgüte destek vermesi anlamlıydı.


Yanıbaşında bu çapta geniş bir destek gören örgüt ve yandaşları, şu günler itibariyle henüz örgüt ve eylemleri hakkında etraflı bilgi sahibi olmayan kamuoyu nezdinde önemli sayılabilecek bir kafa karışıklığı inşâ etmeyi başardı ve başarı, örgütün ne kadar güçlü olduğunu gösteren önemli bir işarettir. Örgütün sempatizanları şimdi, ustalıkla yönettikleri kafa karışıklığını, yukarıda izah etmeye çalıştığım “korkuyu yaygınlaştırma” propagandasıyla destekleyerek ayakta durmaya çalışıyorlar. Oysa ki örgüt mensuplarının aleyhindeki iddialar ve delilleri, hangi neviden olursa olsun karşı propaganda ile sarsılmayacak kadar güçlü ve dayanıklı. Böylece Türkiye tam bir güç mücadelesine sahne oluyor ve mücadelenin hedef kitlesi, kafası karıştırılmış orta cenahtaki insanlardır.

Örgüt yandaşları, sanki bu dava bağımsız Türk mahkemelerinde, Türk Ceza ve ilgili hukuk usulü dairesinde açılmamış gibi meseleyi yargı dışına çekerek psikolojik planda kazanmak ve yargı sürecini çürütmek gayesini görüyorlar. Bu çerçevede en büyük hesaplarından birisi de yargı süresini uzatarak mahkeme heyetini muhtelif atama veya değiştirmelerle dağıtmak ve adalete dolaylı olarak müdahale etmektir.

Bu dava son derece önemli bir dava: Türkiye, bir hukuk devleti olabilme rüştünü bu davada isbat edecek; bundan sonrası için sıradan insanlar veya suça yeltenen herkes, yaptıklarının yanında kalıp kalmayacağını görüp öğrenecek. Çünkü bu dava, ne kadar aksi ileri sürülse de sağla sol, askerle sivil, laiklerle dindarlar arasında bir hesaplaşma veya bir sınıf çatışması değil; bu dava Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olabilme davası; bu dava, Türkiye’de hukuktan veya kanundan daha üstün bir güç veya zümre olup olmadığını gösterecek.

Hukukun kazandığı gün, herkes kazanmış olacak; hatta sanıklar bile; çünkü bu aynı zamanda Türkiye’de adalet cihazının yargısına güvenilebileceğini de göstermiş olacak.

Kafa karışıklığına gerek yok; bu dava, kendini devletten ve hukuktan üstün görenlerle, hukuk arasında cereyan ediyor.

Hukuku ve kamu düzenini destekliyoruz. Bu kadar basit!