Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Öncelikle 'Türk olmak' yazınız, beni, nicedir anlamaya çalıştığım konuda (Türk milliyetçiliği, Türklük psikolojisi, Türk toplumunun ortak ama birkaç Türk tanıyarak anlayamayacağınız tarihsel psikolojik gelişimi) epey aydınlattı.

Nitekim bunları otomatik olarak anlayamazdım çünkü Türk değilim (Kürdüm) ama beni bu yazıyı yazmaya iten sebep, anlayamadığım bazı noktalar... Ben Kürdüm ama Kürtçeyi Türkçe kadar bilmiyorum, Türkçe konuşuyorum, Türkçe okuyorum, Türkçe dua ediyorum, Türkçe şiir yazıyorum. Buna karşılık Kürtçe yazılmış bir kitaptan hiçbir şey anlamıyorum. Bu durumda ben kendimi Türk gibi mi hissetmeliyim? Sizin Türk gibi hissetmekten kastınız nedir? Kendimi bir an Türk gibi hissetmeye zorladığımda -ki bir Türk gibi davranıyorum, okuyorum, düşünüyorum, yazıyorum vs.- kendimi inanılmaz kötü hissediyorum sanki bütün aileme büyüklerime hiç bilmesem de tarihime ve anadilime (Kürtçeye) ihanet etmişim gibi geliyor."

Okuyucu mektubu yayınlamamak üzerine daha önce kendime söz vermiş olmama rağmen bu mektubu kısmen iktibas etmek ihtiyacı hissettim, çünkü aynı minval üzre başka tepkiler de geldi ve izin almadığım için ismini saklı tutacağım bu okuyucunun samimi bir dille ifade ettiği duygular, bana çok temsil edici göründü.

Evvela bir konuyu açıklığa kavuşturalım; "Türkiye'de Türk olmak" başlıklı yazı, sadece yazarını ilzâm eden psikolojik bir tasvir denemesiydi. Dolayısıyla kendisini Türk hissetmeyenlerin ne yapması gerektiği yolunda bir imâ taşımıyordu; böyle bir imâdan şimdi de hayâ ve içtinâb ederim.

İsmet Özel, evvelâ, şair sıfatını -üstelik hakkıyla- taşıyan biri olmak hasebiyle mesafeli bulunmak istediğim insanlar zümresine giriyor ama onun son yıllarda, tamamen vehbî bir ilhamla yakaladığı "Türk olmak" târifini ciddiye alıyor ve içinde yaşadığımız kimlik tartışmaları bunaltısında fevkalâde izah edici buluyorum. İsmet Özel, Türk'ü, "kâfire kafa tutan, onunla çatışmayı göze alan" diye tarif ediyor. Bu tarifin, tartışmakta olduğumuz kimlik meselesi boyutuyla ilgisi yoktur, zira bu tarif ortak kabul gördüğünde bütün etnik aidiyetler bir anda hükümsüz kalıveriyor.

"Türklük tarihi bir roldür" tarifi de aynı boyuttan ipuçları veriyor.

Meselenin "şâirâne bir ilham"ı aşan tarafı, Türklük denilen şeyin etnik etikete hapsedilmezden evvel tarihi bir rol ve olguyu temsil etmesidir. Osmanlıların, Kayı boyundan geldikleri halde asırlar boyunca Oğuzluğu, "saflık, kaba-sabalık ve naiflik" gibi karşılıklarla telaffuz etmekten gocunmayışlarında bu nükte var gibidir; o tarihi rol fiilen yerine getirildikten sonra adını Oğuzluğa, Kayılığa veya doğrudan Türklüğe bağlamanın pek de önemsenir bir tarafı kalmıyor.

Daha ilginci, batı dünyasının şuuraltında da Türk kelimesinin bugün fiilen, "kâfire kafa tutan" anlamıyla algılanıyor olmasıdır ve Türkiye'nin AB'ye kabulü ihtimâlinin batıda esasen ne türlü endişeler uyandırdığını da mühim oranda ifşâ eder.


Bir haftadır Hürriyet Gazetesi yazarlarının çok mânidar bir iş edâsıyla yaza yaza bitiremedikleri "Lokantada yalnız oturan Bakan eşi" konusu kabak tadı verirken bir dostum ilginç bir sual sordu bana, aynı soruyu ben de size soruyorum,

-Siz hiç bugüne kadar Deniz Baykal'ın eşi ile çekilmiş bir fotoğrafını gazete ve emsâli yerlerde gördünüz mü?

Ben görmedim, hatırlamıyorum; üstelik elzem de değildir; bir siyaset adamı eşiyle kamuya açık yerlerde görünmek zorunda olmamalıdır ama eşini alıp Samsun'a kadar birlikte yol arkadaşlığı yapan bir bakan, yukardaki suale nazaran en azından kutlanmalı değil miydi?

Hürriyet yazarları -cumhur-cemaat-, şu "gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar" olgusunu bir de bu açıdan yorumlasalar da müstefîd olsak diyorum!