Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Modernitenin ürünü olmak hasebiyle milliyetçilik, lâdini bir ideolojidir. Türk siyasi hayatında milliyetçilik, tam aksine İslâm ile halhamur bir yoğunlukla tecelli etti.

Milliyetçi duyguların ilk defa belirli bir program çerçevesinde terennüm edilmeye başlamasının Balkan Harbi ertesine rastlaması tesadüf değil. Balkanlardan koparılıp Anadolu"ya doğru itilen kitle, "ne kadarı Türk, ne kadarı Müslüman" olduğu tahlile gelmez bir halita idi ve bizde milliyetçilik "bizde de olsun" züppeliği ile değil, o halitanın tarih sahnesinden silinip gitmemesi için bir mukavemet panzehiri olarak tercih edilip benimsenmişti.

Cumhuriyet idaresi lâdini karakterde bir milliyetçilik fikriyatı yoğurmaya büyük gayret sarf etti; bu gayretin en dikkate değer noktası lâdiniliğin bir hayat tarzı zannedilmesiydi. Halbuki lâdinilik, sosyal ve hassaten siyasi meseleleri tahlilde kullanılması lâzım gelen bir araçtır; zihni bir araç. Bir olguyu bütünleyen unsurlar arasında neyin ne kadar dine dair, neyin hangi nisbette dinle doğrudan alâkasız olduğunu tefrik şarttır ve böyle bir kullanışlı zihni vasıta geliştirmek, neticede din aleyhtarlığına müncer olmaz. Bunu, laboratuara girerken giyilen beyaz önlüğe veya aşçıların yemek pişirirken kullandığı beyaz kepe benzetebiliriz; bizimkiler şapkalarını o kadar sevdiler ki yatarken bile başlarından çıkarmadılar ve elbette neticede şapkanın kalıbı bozuldu.

Dini samimiyeti ölçmek kimsenin ne haddi ne harcıdır ama bizde "laikim" diye geçinenler, laikliğin bir zihni analiz aracı, kamu yönetiminde kullanışlı bir teknik olarak görmenin paralelinde ve haricinde dine karşı sıcak ve samimi alâkalar geliştirdikleri konusunda inandırıcı olamadılar ve bu yüzden laiklik, devlet seçkinlerinin, "karabudun"a mensup sıradan insanların imtiyazlı devlet mevkiilerine yaklaştırılmaması için kullanılan yapışkan sinek kağıtları gibi benimsendi.

Resmi devlet milliyetçiliğinin dışında ve ona kısmen paralel olarak sivil toplum diye adlandırabileceğimiz bir kitlenin İslâm"la halhamur milliyetçilik anlayışını benimsemesi ve bu anlayışı zamanla muhafazakârlığın siyasi programı haline getirmesi böyle oldu. Şu anda iktidarda bulunan AK Parti"yi destekleyen kitle, milliyetçilikle maneviyatçılığı birbirinden ayrılmaz kabul eden o büyük öbeğin bir cüzüdür. Milliyetçiliğin bu kimyâsı, Milli Nizam"la başlayıp Fazilet"le devam eden ve pek de milli vurgu taşımadığı zannedilen siyasi gelenekte bile ana damarı teşkil eder.

28 Şubat ertesinde adını duyuran yeni milliyetçi hareket, (daha doğru bir isimlendirmeyle "Ulusalcılık"), Türkiye"de milliyetçilik fikriyatını yeniden "dini olan"dan tefrik etmeye çalışıyor; isimlendirme bu bakımdan isabetlidir çünkü Türkçedeki "millet" kelimesi, tarihi geçmişi ve tedaileri ile "dinî" atıflar taşıyan bir kelimedir ve esasen vaktiyle dil inkılabı denilen şey, dilden dinle ilgili uzak-yakın tedailerin süpürülmesi için tasarlanmıştı. Bu mânâda millet, "ulus" kavramının müterâdifi değildir ve millet dediğimiz zaman tarihi bütünlüğü ve mâcerası içinde köklerini bulan, "derin" bir tarifle yüz yüze geliriz. Halbuki "ulus", -tam da kasdedildiği gibi- laik bir inşâyı atıfta bulunuyor.

Ulusalcılığın kaynağını toplumda bulan bir siyasi hareket olamayacağı üç aşağı beş yukarı anlaşıldı ama "siyasi bir hareket" olduğu su götürmez; zira resmi ideolojinin -küçük müdahalelerle- kılık değiştirmiş halidir ve devletin üst katları tarafından "hararet"le desteklenmektedir. Halkta taban bulmayabilir ama devlette tavan tuttuğu kesindir devlet seçkinleri tarafından pek beğenilmekte, millet tarafından tasvib görmeyişi ise -zâhir- kalite belgesi gibi algılanmaktadır.

Milletin yaklaşımı belli; "devlet"e hayırlı olsun!