Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ben yine aynı yerde duruyorum. Türkiye, bugün değilse bile yarın çeteci-işadamı-siyasetçi muaşakasının sebep olduğu kirlilikten arınabilir; bugün değilse bile yarın Türkiye hakikaten bir hukuk devleti" sıfatına hak kazanabilir. Enflasyonun tek haneli rakamlara indirilmesi, işsizlik illetinin ortadan kaldırılması gibi devasa problemlerin bugünden yok edilmesini imkansız görmüyorum. Ama hakikate karşı hürmetsizliğin bedeli büyüktür. Bir süreden beri ilim dünyamıza hakim olan yönetim anlayışı, artık "yüz kızartıcı suç" mesabesine ulaşmış bulunuyor.

Nereye gidiyoruz? Bir ülkenin üniversiteleri, o ülkede hakikate karşı vaziyet alışın en sadık göstergesidir. İlmi kariyer basamaklarında didinen insanların her biri, mutlak hakikatten kendi ihtisas sahalarına düşen payın salih bir vizyonuna erişmeyi gaye edinmişlerdir; kısaca ilim adamı bir hakikat arayıcısı hatta hakikat meclubudur. İlim kavramına dünyanın her yerinde atfedilen saygı, ilimle hakikat arasındaki sarsılmaz münasabetten doğuyor. Bir ilim adamının kalitesini tayin eden yegane faktör, onun hakikat karşısındaki mevzii ve "orientation"udur. Bu kalite ancak tek nokta-i nazardan kritik edilebilir; eser! İlim vadisinde liyakatin elle tutulur kriteri "eser"dir. Bir üniversite mensubunu kanuni bakımdan muahezeye tabi kılabilecek ikinci ve "ikincil" faktör ise kanunda daha önce ta'dad edilen "yüz kızartıcı suç"lardan birinin veya birkaçının faili olmaktır. Bunlar haricinde bir ilim adamını siyasi, dini, felsefi içtihadı dolayısıyla itham ve muaheze etmek yanlıştır. Fikir hürriyeti akademi ikliminin oksijeni gibidir; hangi gerekçe ile olursa olsun yönlendirmeye, tahdit etmeye veya azaltmaya kalkışılırsa görünüşte yine üniversiteleriniz olur; ama binalardan ibaret kalır; içinde hakikate sırtını dönmüş veya geçici bir zaman için olsa bile hakikati ihmal etmeye rıza gösterebilmiş insanların doldurduğu binalar aslında boştur. İlmi araştırma usulleri nasıl standartsa ve uluslararası bir müştereklik gösteriyorsa üniversite kavramı da böyledir; "biz biliriz işlerimizi / işimiz kimseden sorulmamıştır" zihniyetinde ısrar olunursa neticede ortaya üniversite değil, "sistem akademileri" çıkar.

Hiç kimsenin, "Üniversiteleri sistemin gereklerine itaatkar hale getireceğim" gerekçesiyle Türkiye'nin hakikat karşısındaki duruş ve istikametini tefessüh ettirmeye hakkı yoktur. Bugünden yarına üniversiteleri, öğrencileri ve öğretim üyeleri ile birlikte önceden hazırlanmış bir şablona göre "disipline" etmek mümkün; esasen yapılan da bundan başka bir şey değil; ama bir toplumun hakikat şuurunu bu usulle yeniden tanzim etmek mümkün değil, çünkü bu, insanın naturasına ve tarih tecrübesine aykırı. Kısa zamanda üniversitelerin köle ruhlu, hakikate karşı hassasiyetini kaybetmiş, bordro üzerindeki kargacık-burgacık rakamlardan başka her şeye saygısını yitirmiş insanlardan mürekkep bir topluluk haline getirildiğini farz edelim; rejim bu vasıftaki insanlarla nereye kadar gidebilir? Hakikat, insanın ve insan topluluklarının en tabii ihtiyacı; hakikat duygusunu kısa vadede baskı altına almak kolay çözüm gibi görünüyor; ama orta vadede bu cürmün diyeti yoktur.

Cumhuriyet bizden "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller" istiyor; açık konuşalım, yeni uygulama ile bu niteliklere uygun nesiller yetiştirilmesi mümkün değil. Cumhuriyet uğruna "az demokrasi"ye bile razı olanların aslında cumhuriyete bile saygısı olmadığı aşikar; travmatik bir tezat bu! Böyle akıl yürütme, ne "aydınlanma" akımının ürünü olabilir, ne de kaba pozitivizmin. Bir yazımda, bütün zaaflarına rağmen "aydınlanmacı rasyonalizm"e bile razı olduğumuzu belirtmiştim: Yirminci yüzyıla bir arpa boyu kala bizi XVIII. yüzyılın zihni argümanlarına bile razı eden hikmet-i hükümete ne demeli?

Haydi, birisi çıkıp da, bütün şu olup bitenlerin kaba bir kamera şakası olduğunu söylesin artık; bunaldık!