Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İletişim araçlarının on yıl öncesine göre bile olağanüstü denilebilecek ölçüde artmış olması, “Haberdar olmak” fiili bakımından aynı ölçüde bir genişleme sağlamadı; aksine çok kanaldan haber akışına mâruz kalmakla, habersiz kalmak arasında çok ince bir fark var.

Buna bir de sun’i gündemler icadıyla kamuoyunun dikkatini başka yönlere sevk edilmek imkânını ilâve ederseniz bir iletişim inkılâbı yaşadığımız, “bilgi çağı”na geçtiğimiz yolundaki iddiaların abartılmış olduğunu kabul edebiliriz.

İşte örnek: On gün kadar önce bir gazetede son derece önemli bir haber yayımlandı; buna göre Meclis’e, 2013 bütçe görüşmelerinin ardından 68 maddelik bir “Torba kanun teklifi” getirilecek. Bizler yeni anayasa, darbe komisyonları, Özal’ın zehirlenmesi meselesi, Ergenekon duruşmaları, Suriye ve Ortadoğu konusu veya PKK terörü hakkında tartışırken, kimileri için büyük kazançlar ve avantajlar getirmesi muhtemel bu torba kanun, birkaç günlük bir tartışmadan sonra yürürlüğe girmiş olabilir pekâlâ.

Kanun teklifinde ilginç düzenlemeler var; buna göre 1992 yılından önce kıyılara yapılmış ruhsatsız yapılar korunacak ve bunlara yapı ruhsatı verilecek. Düzenlemenin turistik sahil şeridine yapılmış çok sayıda binayı kapsayacağı söyleniyor. Kezâ sahil şeridine enerji santralleri (Nükleer dahil) kurulması da mümkün olabildiği gibi daha önce 50 metre olan kıyılara yapı yasağının 10 metreye çekilmesi düşünülüyormuş.

Tarım hayatının önemli kurumlarından meralar, Şehircilik Bakanlığı tarafından “Kamu yararı vardır” şerhi konulduğunda kentsel dönüşüme açılıp başka kurumlara tahsis edilebilecekmiş ayrıca. Öte taraftan yeni taslakla daha önce mümkün olmadığı halde eğer ihtiyaç duyulursa askerî bölgelerin Hazine’nin teklifi ile belediyelere devri mümkün olacakmış. Bu değişiklikle şimdiye kadar sırf askerî bölge olduğu için nispeten yeşil kalabilmiş ve kötü yapılaşmadan kurtulmuş büyük arazilerin, nasıl bir iştahla inşaata açılacağını tahmin etmek hiç de zor sayılmaz.

“Torba”ya konulan tekliflerden biri de 100’den fazla bağımsız bölümü olan meskenlere mescit, bebek emzirme yeri, çocuk bakım ve oyun alanı gibi ilave tesisler mecburiyeti getiriyor ki basınımız bu konuyu ânında “Mescid mecburiyeti” şeklinde algılayacaktır!

Bildiğimiz kadarıyla torbadaki son önemli teklif, halk arasında “Şerefiye” diye bilinen değer artışlarından (daha doğrusu rant artışı) Hazine’nin daha büyük pay talep etmesi. Diğer maddeleri bilemem fakat, değer artışının neredeyse yarısı oranında kaynağı Hazine’ye gelir kaydetmeyi hesaplayan bu tasarının âkıbetini şimdiden merak etmeye başladım. Bana, kanunlaşsa bile uygulanamaz gibi görünüyor çünkü.

Aylardır Çamlıca camii hakkında tartışıp duruyoruz da, diyelim ki askerî bölgelerin belediyelere devri gibi bir mesele, sözün gelişi Muhteşem Süleyman dizisindeki ahlâka mugayir sahneler kadar gündemde yer tutmuyor; bu niçin böyle?

Tamam, dünyanın her yerinde seçmenine şifa için acı ilaç içiren hükümetler sevilmez, uzun ömürlü olmaz ama bizde bundan farklı bir şey cereyan ediyor. Sebebi açık; kötü şehircilik uygulamalarından ötürü seçmen kitlesinin aslında büyük bir acı duymaması! Mevcut halden fiilen yararlanıyoruz, o yüzden sahil şeridinin boşaltılması veya binalarla kaplanması, belediye hudutlarına bitişik meraların icabında imara açılması gibi düzenlemeler bizlere nihai tahlilde, devletten alınıp vatandaşın yararına dağıtılan ganimet mülkü gibi geliyor. Belki bir yerde, “Ağadan alıp fukaraya dağıtan eli-yüzü düzgün, temiz kalpli eşkıyalar” edebiyatımızın bu gariplikte küçük de olsa payı olsa gerektir.

Bu durumda devlet adına seçimle iş başına gelen yetki sahipleri devlet malını tasarruf için kendilerine verilen yetkiyi hakça kullanmak, kural koymak, mevcut kurala itaat etmek yerine seçmene şirin görünmeyi seçiyorlar. Bu davranış biçimi, siyasi kültürümüzün yazılı olmayan ama en geçerli elemanlarından biridir.

Zannedilenin aksine Türk seçmeni ideolojik veya politik boyutta değil, pratik boyutta davranışı tercih ediyor; onu, böyle davrandığı için suçlayabilir miyiz? Kuralların esnetmek, mümkünse delip geçmek konusunda seçilmişlerle, seçenleri aynı noktada buluşturan hassayı, acaba “Millî kültür” diye vehmettiğimiz değerler bütünü içinde mütalaa edebilir miyiz?