Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Her kış böyle olur; havalar soğuduğunda, kuru dallar nemli—donuk toprağa karıştığında ve poyraz rüzgarları hırçın esmeğe başladığında biz Ortayaylalılar hep aynı şeyi düşünürüz:

Kar yağmalıdır; şimdi kar mevsimidir.

Evet, belki pek haksız, belki pek romantik, belki pek bencilce bir arzudur bu ama hepimiz isteriz:

Şimdi kar mevsimidir ve kar yağmalıdır!

Ortayayla'nın altı ayı yaz altı ayı kıştır derlerse de iftirâdır; bizim baharımıza da doyum olmaz, güzümüze de; hattâ mübalağa olmasın dört mevsimin belki de bütün dünyada dört başı ma'mur hükmünü icrâ ettiği en iyi yer, Anadolu platosunun yükseklikleridir. Geniş ve yüksek düzlüklerde arzı kaplayan büyük kar örtüsü bir başka dünyanın kapılarını açar; o anda herkes mâsumiyetin ne olduğunu yeniden hatırlar ve çocuklar gibi sevinir.

Kar yağmaktadır!

Ufkun pembe—gri bir matlığa bürünüp de karın savrulmaya başladığı dakikalar güzeldir çünkü daima yeni bir başlangıcın heyecanını ve güzelliğini hatırlatır; en azından kar yağmaya devam ettikçe eşyayı bir başka türlü ve bir başka gözle seyredebilme imkânı sunulmuştur; yeni bir şiire başlayabilir, yeni bir alışverişe kalkışabilir, hergün eskimiş bir sûretle girdiğiniz evinizin kapısından yeni bir çehreyle girebilirsiniz; kar yağmaktadır!

Âşık olabilirsiniz; isterseniz yeniden âşık olabilirsiniz; gözlerinizi, bakışlarınızı yenileyebilir, bildiklerinizi yeniden öğrenebilirsiniz: Gökten beyaz bir sahife çevrilmektedir üstümüze; beyaz bir haber inmektedir. Su, ağaç, toprak ve insan değişmektedir, bir başka sûrete bürünmektedir, iyi ve lâtif bir şey olmaktadır.

Kar ufku yakındır, dardır, kapalıdır; öteyi görmez, sezersiniz. Böylesi daha güzel ve daha heyecan vericidir. Kar soğuğunda tavlanan hava buhar gibi süblime olup nem zerrecikleri halinde boşluğa asılıverir, sûretler buğulanır, sûretler öteki çehrelerini gösterirler kar yaşmaklarından; halbuki daha nice bin vechi vardır eşyânın...

Akarsular nasıl da ince buğu tüllerini salınarak kar sevincine katılırlar. Sular kararır, toprağın yüzü ağarır; biryerlerde ince ateşler tutuşturulur, ince—kuru odun dalları alev dilimleriyle oynaşırken havayı günnük gibi güzel bir iş rayihasıyla tütsülerler, ateşin üstüne düşen kar tanecikleri daha havada iken kaybolup geldikleri yere savuşuverirler. Beyazdan turuncuya, sarıdan kırmızıya yalımlanır dört bir yanda tutuşturulan ateşler, üşümüş eller uzanır, donmaya yüz tutmuş parmak uçları sızlanır, tencererede çorbalar kımıldanır, demliklerde sular huzursuzlanır; çay âyini yaklaşmaktadır. Renkler, sair zamanlarda müz'iç bağırtkanlıklarını unutup beyazın, grinin ve daha grinin saltanatı başladığında çaydanlık emziklerinden çay ilâhileri inilimeye başlar. Çay vaktidir, muhabbet vaktidir, tefekkür vaktidir ve yaşama sevincini fırından yeni çıkmış çıtır çıtır bir Ramazan pidesi gibi bölüşerek çoğaltmak vaktidir.

Ah... ne güzeldir, ne güzel!

Evin sıcak derûnuna kapanmakla, karın gölgelediği ufukların nihâyetine kadar kendinizi sürükleyip kaybolup gitmek arasında bîkarar olursunuz, ikisi de hayâtın dâvetidir.

Derken gece olur lâkin lâftadır; zulumât, yağan karın hürmetine gün ışığından ayırdığı o mucizevî aydınlık püskürtülerini kadirbilir yüreklerin üstüne gök kandil gibi asar da âfâkı bir ince ışık tülüyle tutuşturur; isterseniz pembeye boyarsınız bu resmi ya da griye, eflâtuna veya neftî yeşillerin solgun lâcivertle gizli gönül alâkasından peydahlanan kirli ve gizli maviliklere; göz de sizindir, söz de...

En iyisi bütün cihan mülkünün sahibi imiş gibi biteviye yürüyüp şehrin en uzak lambalarını söndürdükten sonra tazelenmiş bir gönülle eve dönüp geceye açılan bütün pencereleri ardına kadar açarak "kar âyini"ne iştirak etmektir. Vakit geçmişse ne gam; nâfile namazların farz—ı ayın secdeleri için kibirle kirlenmiş nâsiyeyi yerlere sürmenin tam vaktidir. Kıyâmlar varoluş endişesini huzûra bağlamanın, rükûlar tefekkürün, ka'deler cürm ile hesaplaşmanın yeridir ve kar tipisinin çâresiz ve yorgun bir yabancı gibi pencere pervazlarına tutunduğu bir kış gecesi, Hak Divânı'na duruşun ve rûhun kendi üzerine kıvrılışının bütün zenginliklerine hâmiledir.

Kar yağar, kitap vaktidir; şiirin, tefekkürün, ilmin vaktidir; kar yağar muhabbet olur, tipinin soğuk mangallarında yürekler teati edilir, sohbet olur; mağma gibi kızıl ve âteşîn çaylar dökülür ince belli dudaklara, türküler söylenir, —eğer hâlâ varsa— karnında ateş kaynatan derin sobaların üstünde bayat ekmekler közlenir, mızraplar gergin çelik tellerin derûnunda gizlenen sesleri arayıp bulur. Yağan kar değil ilhamdır, kapanan ufuk değil açılan tecriddir, üşüyen gece değil gaflettir, sobaların karnında tutuşan kömür değil yaşama heyecânıdır; demlenen çay değil gönüldür.

Kar yağar böyle olur!

Uzak çatıların çörtenlerinden sarkan buz deynekleri çatırdar gizliden gizliye; serçeler tortop olup da telgrafın tellerine büzüşürler; söğüt dalları gelinliğini bürünür, bir yerlerde kurtlar ulur, havanın öfkesi camlara yapışıp tabii lisânın sûrelerinden âyetler nakşederler; okuyan okur!

Kar yağdığında gâfil olmayasız diyedir; aşkın ve tefekkürün vakti, sevinç ve duanın demidir.

Kar yağdığında uyanık kalasız diyedir!