Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Toprak, yaz güneşinden emdiği sıcaklığın tesiriyle henüz direniyor; ama ne kadar dayanır bilinmez. Bu satırları yazarken penceremin çerçevesinde hayli zamandır özlediğim bir tabiat hadisesinin kendi diliyle göklerden yere indiğini fark edip çocuklar gibi sevindim; kar yağıyor! Şimdilik sadece şehri çevreleyen yüksek tepelerde tutunabilmiş gibi; ama böyle yağarsa tez zamanda sokakları yeni bir kar neş'esiyle beyaza bürüyeceği aşikar.

Galiba her defasında yeni bir başlangıç ümidi vaat ettiği için kar yağışını heyecanla karışık bir sevinçle karşılıyoruz; beyaz bir kağıt (tabula rasa), her zaman yeni yolculukların hazırlığına benzer. Belki de bu yüzden kitaplığın şurasına burasına, "gün gelir güzel şeyler yazabilirim" ümit ve beklentisiyle sıkıştırıverdiğim boş ajandalar, okul defterleri, teksir ve fotokopi kağıtları ile karşılaştığımda onlara henüz yazılmamış birer kitap saygısıyla yaklaşarak daracık raflarda teşkil ettikleri kalabalığa hoşgörü gösterebiliyorum. Beyaz ve boş kağıtlar daima yeni başlangıçlar vaat ediyorlar; hiç başlanmamış olsa bile.

Gece, sis ve kar mekanı alışıldık görüntüsünden tecrid etmenin en yalın ve kunt üç halini teşkil ediyor: Müşahhas olana ne kadar bağlıysak mücerrede de o derece muhtacız. Zihnin uyku esnasında kendisini tazelemesi gibi mücerrede iltica etmek de, müşahhasın artık çekilmez hale gelen durgunluğundan ve sıradanlığından kaçmak ihtiyacını karşılıyor. Zihnin soyutlama kabiliyeti büyük bir lütuf; mücerretle müşahhas arasındaki zihin gezintileri, göz kırpmanın rahatlatıcı etkisini hatırlatır tarzda düşünce melekesini dinlendiriyor ve onarıyor. Gün ortasına ansızın iniveren alçak bulutların, uzakları görünmez kılarak yakındaki objeleri olduğundan daha farklı bir çehreye dönüştürmesini hatırlayınız; o esnada yakınımızda bulunan her şey, her an yeniden çerçevelenerek bizlere kendi anlamının değişkenliği üzerine cazip ipuçları sunar; mana çoğu kere bir bakış açısından ibarettir ve her bakış açısı yeni bir çerçeve demektir. Ufuk çizgisinin tepesinde bütün ayrıntıları çiğ bir stüdyo projektörü gibi en müdafaasız halleriyle çırılçıplak gösteren güneşin parlaklığı, mücerret derbederliklere tahammül göstermez. Bir anlamda eşyanın, "nasılsa öyle" suretine mıhlar dikkatimizi. Halbuki yalınlık ve anlaşılabilirlik, her zaman yalın ve anlaşılabilir değildir; fark etmek için bazen çerçevenin boyutlarıyla oynamak, bazı objeleri ihmal etmek ve ona farklı ışıklar altında bir kere daha bakmayı gerektirebilir. Mücerredi aramak, hakikatten kaçınmak olarak yorumlanmamalı, sis dağılır, kar erir ve her gece sabaha erişir; biz bu esnada gerçeğin farklı tezahürleri hakkında yeni kanaatler ediniriz. Aslolan ne gecedir ne de gün ışığı. Hazreti İbrahim'in tecrübesinde olduğu gibi beş duyuyla idrak edebildiğimiz her şey biçim değiştirir ve geçicidir; ne var ki geçici olan, ezeli ve ebedi olana dair haberler ihtiva ettiği için izafi bir kıymete sahiptir.

Türkiye'nin gündemi, günün her saatinde güneşin çiğ ışığı altında imiş gibi sağduyu eksikliğinin biteviyeleştirdiği bir görüntü arz ediyor. Aynı aktörler yıllardır aynı saiklerle aynı replikleri tekrarlayarak sağduyu krizinin kabuğunu katmerleştiriyorlar; bu gündemin üstüne ne kar düşüyor, ne de sis iniyor. Aynı vakıalara bu defa farklı bir yerden, farklı bir perspektifle bakabilmek fırsatı bulsak, vakıanın görünmeyen boyutlarını fark etmek imkanına da kavuşacağız; ne var ki gündeme kar yağmıyor. Türkiye'nin gündemi, günün her saatinde sahte "sahne ışıkları" ile aydınlatıldığı için hakikatinden haber vermeyen bir sahne eseri gibi. Hünerin müşahhaslaştırdığı abeslerin, zoraki ayakta tutulan saçmalıkların, çiğ ışıkla gizlenen gözbağcılıkların tahakkümündeyiz.

Penceremden görebildiğim kadarıyla kar tutmaya başladı; toprağın yüzü hayli ağardı; gökyüzü, derununda pembe kızartılar gizleyen bir matlığın grilerini büründü. Tabiat, "hükm"e boyun eğmekte bizden daha itaatkar; biz ise itaatkar olmayabilmenin ezeli tereddüdündeyiz.

"Gönül kışı" sizlerden ırak olsun!