Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İdarecilik mesleğinin ilk görev yeri olarak yeni bir kararname ile teşkil edilen (....) kazasına tayin edilen genç kaymakam, daha ilk adımda "kurucu kaymakam" diye anılacağını farkettiğinde nefsinin okşandığını hissetmişti.

Ne var ki onu, ilk görev yerinde garip bir sürpriz bekliyordu: Yeni ilçede çatısı çinko veya kiremitle kaplı bir tek bina bile göremeyince genç kaymakam çok şaşıracaktı.

Seksenli yılların ikinci yarısını yaşıyordu Türkiye.

Toprak damlı evlerin ilçesinde çözülecek meseleler dağ gibiydi; ilçeyi, bir başka ilçeye bağlayan yolun bir an evvel bitirilmesi ise ilk sırada yer alıyordu meselâ. Nedense ağır gidiyordu yol çalışmaları. Meslekteki tecrübeli ağabeylerinin öğüdünü hatırlayan genç kaymakam, günün birinde pikap türü makam aracının arkasını sebze, meyve, et, ekmek gibi nevalelerle doldurduktan sonra şoföre, "çek bakalım" dedi, "dağdaki yol şantiyesine gidiyoruz."

Şantiyede çalışanlar kaymakamın aracını önceleri tedirgin karşıladılarsa da kaymakamın samimi yaklaşımı, işçilerle hal-hatır etmesi havayı değiştirdi. Araçtaki nevâle indirildi. Yemek hazırlıklarına girişildi; mangal, semaver tutuşturuldu. Şantiyedekiler bunun bir teftiş ziyareti olmadığını anlayınca rahatladılar. Sohbet koyulaştı. Yol kenarındaki gölgelik bir yere o bildik derme-çatma şantiye sofralarından biri kuruluverdi. İşçiler ellerini yüzlerini yıkayıp "yemek hazır" çağrısı üzerine çekingen adımlarla sofranın etrafında halka oldular.

Yemek esnasında kaymakam, sessiz-sedasız bir edâ ile "selamünaleyküm" diyerek sofraya yaklaşan iri yarı, esmer bir adamı farketti. Adamın elinde, namlusu renkli plastik makara iplikleriyle pek sanatkârâne bir tarzla sarılarak örülmüş bir tüfek vardı. Önceleri "dağ yeridir, herhalde tüfeği o yüzden yanından ayırmıyor olsa gerektir" diye düşündüyse de sonunda merakını yenemedi. Lâf arasında,

  • Hoş geldin ağa, safa geldin, şantiyeden misin, kimsin? diye sual edince sofrada buz gibi hava estiğini farkedince şaşırdı. Acaba bir pot mı kırmıştı genç kaymakam; sorulmaması gereken bir soru mu sormuştu?

İri yarı, esmer adam sorudan pek rahatsız olmuş gibi görünmüyordu. Sâkin, umursamaz bir edâ ile,

  • Bana buralarda Kara Mısto derler diye cevap verip yemeğini yemeye devam etti.

Kara Mısto? Kaymakam bu ismi tanıyordu. İlçeye gelir gelmez, Jandarma Bölük komutanının verdiği güvenlik brifinginde adı geçmemiş miydi Kara Mısto'nun?

Kara Mısto, o havalinin dağda gezen tek kanun kaçağıydı. Hayır, eşkıya değildi, sadece kanun kaçağı; bir nâmus cinâyeti işlemiş, ardından tüfeğini azığını sırtlayıp dağa çıkmıştı.

Kaymakam, Kara Mısto adını telaffuz ettiğine o dakika pişman oldu; zaten etraftakiler de Mısto'nun kendisini fütursuzca tanıtması üzerine "acaba şimdi ne olacak" diye dikkat kesilmişler, kaymakamın ne tepki vereceğini bekliyorlardı resmen.

  • Oldu mu Kara Mısto dedi kaymakam. Sen kanun kaçağısın; aylardan beri jandarma seni arıyor. Şimdi ne yapayım ben seni?

Kara Mısto böyle bir cevabı beklemiyordu,

  • Ne demek kaymakamım, bir kusur mu işledim, size karşı bir terbiyesizlik mi yaptım?

  • Hayır kusur işlemedin ama, kanunen kaçaksın; ben ise kanun, hükümet adamıyım; şimdi benim seni arabaya koyup ilçeye götürmem lâzım!

Kara Mısto'nun lokması boğazına dizildi. Başı önüne eğildi; tüfeğini yenine kıstıran kolu gevşedi. Yüzü daha bir karardı,

  • Sen ne emredersen o olur kaymakamım dedi. Gidelim dersen gideriz fakat koca devletin kaymakamına güvenemeyeceksek, kime güveneceğiz ki biz?

  • ...!

Kaymakam bu siteme nasıl cevap vereceğini bilemedi. Mısto yemeği bırakmış, iki adım ilerde, sanki bütün hayalleri, bütün dünyası yıkılmış gibi sırtını sofraya dönüp oturmuştu. Geldiğinden beri kucağından ayırmadığı tüfeği de yerdeydi.

Genç kaymakam, masum bir tanışma isteğinden doğan bu durumu nasıl telafi edeceğini, ne yapacağını bilemedi. Yemeği kısa kesti; işçilerle vedalaşıp arabasına binerek yola koyuldu.


Olaydan birkaç ay sonra kaymakama, yol çalışmasının durduğunu haber verdiler. Tarlasından yol için geçme izni vermeyen bir köylü Nuh diyor peygamber demiyor ve ağır iş makinalarını arsasına sokmamakta direniyordu. Kaymakam haberi alınca işi gücü yarıda bırakıp hemen yol çalışmasının durduğu yere koşturdu makam otomobilini. Selam, kelâm faslından sonra köylü, mütevazı imkânlarıyla hürmet ve ikramda kusur göstermemeye çalıştıysa da yol için müsaade vermeye yanaşmadı. "Dozerlerin önüne yatarım, cesedimi çiğner geçersiniz" diyordu.

Kaymakam ne söylediyse kâr etmedi. Yol çalışması orada kalakaldı. Başka bir güzergâh imkânsızdı. Kaymakam'ın canı sıkıldı fakat yapacak bir şey yoktu. Yüzünden düşen bin parça döndü yeniden ilçeye.


Bir hafta sonra Kaymakam makam odasında çalışırken kapısı vuruldu. Görevli, bir köylü vatandaşın ille de kaymakamı görmek istediğini söylüyordu.

  • Buyursun!

Kasketini eline alan köylü tanıdıktı; o tarlasından yol geçirmeyen köylü! Kaymakam meraklandı,

  • Hayırdır, hoş geldin, buyur, ne içersin evvelâ?

Köylü, "eksik olma kaymakamım, yârenliğe gelmedim; geçen size karşı bir edepsizlik ettim. Kusura bakmayın, cahilliğim tuttu..."

  • Eee, dedi kaymakam,

  • Tarla ne demek, isterseniz yolu evimden bile geçirin, devlete feda olsun, lâfı bile olmaz, kusurumu bağışlayın!

Kaymakam sevindi fakat bu ani fikir değişikliğini de bir dala konduramadı; köylüyü tebrik etti, çaylar söylendi. Adam çayını içip rahatlamış bir ifade ile çıktı gitti.


Kaymakam, bu şaşırtıcı fikir değişikliğinin anlamını sonraları başkalarından işitecekti. Denildiğine göre Kara Mısto hadiseyi duymuş, tarlasından yol geçirmeyen köylüyü ziyaret etmiş ve demişti ki, "Bu kaymakam senin bildiğin gibi değil; düzgün, dürüst bir adam. Yol devletin, sırtına sarıp götürecek değil; sekiz on metre yol için kalbini kırdığına değdi mi?"


Kaymakam, o ilçeden ayrıldıktan birkaç yıl sonra Kara Mısto'nun yakalandığını duydu. Bir yerde kahvede otururken ceketinin altından tabancası görününce jandarmalar şüphelenmiş. Aranan adam olduğu ortaya çıkınca yakalayıp tutuklamışlar. Mahkeme, duruşma derken cezası biçilmiş, kesinleşmiş, hapse konulup cezasını çekmeye başlamış.


Genç kaymakam, "o tarihten üç dört sene sonra bir başka haber daha duydum (....) ilçesinden" diye tamamladı sözünü. "Af kanunu çıkmış, bizim Kara Mısto dört-beş sene yattıktan sonra çıkmış hapisten."