Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bölünmek ille de, haritada kırmızı çizgilerle gösterilen siyasi hudutların ayırdığı bir tablo değildir; fikren, rûhen de bölünme mümkündür ve Türkiye bugünlerde buna benzer bir fiili durum yaşıyor.

İstanbul sokaklarında etrafa molotof kokteyli atarak gösteri yapan PKK yanlısı gruplar bu mânâda istediklerini kısmen de olsa elde ettiler sayılır. Etrafta hadiseyi seyreden sıradan insanların, esnafın, yoldan geçenlerin tepkisini çekmeyi başardılar. Bir ev sahibi apartmanın penceresinden protesto makamında Türk bayrağı sallamaya kalkışınca taşlı saldırıya uğradı. Vatandaşın biri polise, "verin silahı ben sıkayım" deme noktasına gelmiş, diğerlerinin neler düşündüğünden haberimiz yok ama tahmin edilebilir.

Bizde lüzumsuz yere tekrarlandığı için suyu çıkmış, anlamını kaybetmiş lâflar vardır; "bunlar gerçekten çok tehlikeli gelişmeler" denilse ne değişecek? Ama hakikaten çok tehlikeli şeyler oluyor ve bir noktadan sonra hadiseleri polisiye tedbirlerle kontrol etmek mümkün olmayabilir: Gösterici gruplar arasında kadınlar ve çocuklar da bulunduruluyor ve şövalyelik ahlâkında bu zümrelerin dokunulmaz sayılması kuralına sığınılıp, her gösteride neredeyse patlaması mutlak hâle gelen çatışmaların ön safında tutuluyorlar. Ezkazâ bir kadın veya çocuk yaralansa veya -maazallah- canından olsa, bu gibi sonuçlar, bir sonraki gösteriyi tetikleyen ve besleyen bir itici güç gibi kullanılıyor.

Arada keyfiyet farkı bâriz ama Filistin'de de aynen böyle oluyordu; bu gelişmelerin tam da, "Türkiye'yi Filistin'e çevirmek istiyorlar" ikazının ardından gelmesi ilginçtir. Belli ki güvenlik birimlerine sivillerin katılacağı sokak gösterileri yapılacağı istihbaratı gelmiş olmalı.

Artık adını-sanını koyalım; bu yapılanlar, "Kürt meselesi"ni de aşan bir mahiyet gösteriyor, maksat açıktır, bölmek, hem de kıyâmet senaryosunu hatırlatır bir iç kavga ile bölmek niyetinde bu gruplar. Gösteri yapmaktan, bir talep dile getirmekten ziyade kışkırtmayı amaçlıyorlar. Ellerinde bölücü liderlerinin büyük boy fotoğrafları ile İstanbul'un orta yerinde taşlı, molotof kokteylli saldırılar düzenlemenin başka adı yoktur. Lider saydıkları adam, -şahsi fikirlerimiz bir yana- milletlerarası gözlemcilerin takib ettiği bir yargılamadan sonra suçlu bulundu ve ardından idam cezası kaldırılarak müebbed hapse mahkûm edildi. Sebebiyet verdiği ölüm hadiselerinde Kürt asıllı vatandaşların daha çok mağduriyete uğraması ise bir başka dikkat çekici husustur. Böyle birinin liderliğini kabul ederek onun için af veya siyaset hakkı talep etmenin çıkacağı bir yol yok; iyi niyet göstergesi hiç değil: Üzüm yemek değil bağcıyla kavga etmek istiyorlar. Bu öyle bir kavga ki, bir kere başladıktan sonra çıkabilecek her sonuç işlerine yarayacaktır.

Bu noktada aklıselim işlemiyor ve duruyor, çünkü bu eylemler silsilesinin içinde iyi niyetten eser yoktur.

Büyük şehirlerde bu gibi gösterilere, düğüne gidercesine istekle ve heyecanla katılacak insan malzemesi mevcut. Daha büyük kitle eylemlerine geçebilmek için mağduriyet psikolojisini işletmek gerektiğinin farkındalar; kadınlar ve çocuklar bu yüzden çatışmalara ve eylemlere ön safta sürülüyor. Daha önce benzeri hadiseler yaşanmış (Gazi Mahallesi olayları gibi) ve güvenlik güçlerinin büyük bir psikolojik eziklik altına alınmasıyla sonuçlanmıştı. Belki de o yüzdendir, İstanbul'un bazı mahallelerinde bu guruplar diledikleri an belediye otobüslerini boşaltıp ateşe vererek eylem yaptıklarında güvenlik güçleri genellikle seyirci kalmayı tercih ediyor. İlk bakışta ters gibi görünse de emniyet güçlerinin kontrollü hareketsizliğini anlamak mümkündür zira çatışma vukuunda göstericilerin uğradığı her zarar, sadece güvenlik güçlerinin değil, neredeyse topyekûn devletin hesabına yazılıyor ve basın bu gibi olaylarda genellikle devleti eleştiren bir tutum takınarak göstericilere cesaret vermiş duruma geliyor. Herhalde bundan sonra takib edilmesi gereken en sâlim yol, kontrollü tepkisizlik tavrının devamı olacaktır.

27 Mayıs Darbesi'nin ertesinde yanık bir türkü dilden dile gezmişti: "Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu?" sözlerini "uydum kalabalığa" tekrar edince ülkede sanki hakikaten bir kardeş kavgası varmış gibi görünüyordu ama yoktu. O günün düşman kardeşleri Demokrat Partililerle CHP'liler gibi takdim edilmeye çalışıldı ama bu, pek kaba, pek sathi, inandırıcılığı olmayan bir düşmanlık inşası idi. Kardeş kavgasının ne demek olduğunu daha sonraları 12 Eylül öncesinin karanlık günlerinde yaşadık; toplumsal gerginliğin karşılıklı çatışmaya dönüştüğü, sokaklar arasında barikatlar kurulduğu, paniğe kapılmış insanların deli gibi sağdan soldan silah dilendiği cinnet anları yaşadık. Bu gibi kriz dönemlerini sükûnetle geçirebilenler, bir müddet sonra işin içinde akıl almaz bir kışkırtmanın bulunduğunu fark edebiliyorlar. Sağcı-solcu çekişmesi bugün mânâsız kaldı; Alevi-Sünni gerilimi, yer yer dehşet verici olayların yaşanmış olmasına rağmen aşıldı. Yıllardır Kürt ile Türk'ü sokakta çatıştırmayı umanlar da başarılı olamadılar. Toplumumuz, sair zamanlarda ne kadar tenkid etsek de Güneydoğu dağlarında olup bitenlerden komşusunu, mahallelisini, hemşehrisini sorumlu tutmadı ve fevkalade isabetli davrandı. Bugün neredeyse Türkiye'nin her kasabasında bir şehitlik var ama Türkiye'nin her yerinde etnik menşei, konuştuğu dil ve inancı ne olursa olsun insanlar bir arada yaşayıp komşuluk edebiliyorlar. Bölücülerin eylem stratejisini büyük şehirlerin sokaklarına taşıma planı, bence toplum sağduyusunu en dayanıklı yerinden kırmak maksadına yönelmiş bulunuyor.

Başka çare yok; elinde benzin bidonuyla dolaşıp büyük şehirlerde kardeş kavgası çıkarmak isteyen bu militan gruplara kibritle yaklaşmak akıl kârı değil. Bu, alışık olmadığımız bir eylem türü; ne canlı bomba, ne suikast, ne kundaklama, ne de silahlı saldırı. Bölücülüğün ince taktiğine sükûnetle yaklaşmak, sabırla yatıştırmak lâzım. Sadece emniyet güçlerine değil, vatandaşa da çok soğukkanlı ve temkinli olmak görevi düşüyor. Bu taktik saldırıyı atlatmak lâzım. Belki böylece fitneleri, kışkırtmaları ve yanlışlıkları zararsız hâle getirip onararak bir millet olduğumuzu idrak edeceğiz.