Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Az sonra bahsedeceğim haber, Zaman gazetesinde yayımlandığında doğan çocuklar, eğer vaktinde davranmışlarsa askerliklerini çoktan tamamlayıp tezkereyi almış olmalılar; aradan 22 sene geçmiş, hatta daha fazlası.

Hadise Batman'da geçiyor; tam olarak Batman Çayı'nın kenarında... 26 Ocak 1990 tarihli Zaman gazetesindeki bu haber şu cümleyle başlıyordu:

"Batman Çayı kenarında çuvala doldurularak gömülmüş kitaplar bulundu. Aralarında Kur'an-ı Kerimlerin de bulunduğu çürümeye yüz tutmuş kitapların..."

Buraya bir balmumu koyuyoruz.

Geçen hafta Erzurum Atatürk Üniversitesi mensubu sanat tarihi uzmanları tarafından Erzincan'ın Kemah ilçesindeki tarihi kalede yapılan kazılara dair birkaç küçük haber yayımlandı basınımızda fakat pek dikkat çekici ayrıntılar yoktu doğrusu; meselâ kazı esnasında muhtelif devirlere ait 26 parça eski zaman parasının bulunmuş olması okuru yerinden hoplatacak, editörlere "Fılaş fılaş!" çektirecek kadar cazip unsurlar taşımıyordu; üstelik bulunan sikkeler silik oldukları için doğru dürüst okunamamıştı bile. Sadece büyük gazetelerden biri, web sitesinin videolar kısmına "Erzincan Kalesi'nden neler çıktı neler" başlığı ile bir haber koyarak meselenin farklı bir boyutuna yer vermişti; buna göre kale içindeki hamamın sıcaklık kısmında, yerin 2 metre kadar altına gömülen bir bohça içinde çok sayıda yazma, taş baskı, matbu kitap bulunmuştu.

"Ne kitabı?" diye merak etmediğinize eminim; bu ülkede yaşayan insanlar, eğer bir yerde toprağın altından çuval veya bohça içinde eski kitap çıkmışsa onların hangi kitaplar olduğunu yüzde 99 isabet derecesinde bilir veya tahmin ederler.

Eski yazılı kitaplardır onlar; büyük çoğunluğu dinî kitaptır veya dinî ilimlere dair eserlerdir; medrese ders kitabı dersem daha açık anlatmış olurum; sarf, nahiv, hadis, tefsir, akaid...

Nitekim Kemah Kalesi'nin hamam kalıntısına vaktiyle gizlice, alelacele gömülen kitapların da aynı cinsten olduğunu haberden öğreniyoruz. Toprağa gömülü kitap metrûkâtından bazı safların zannedeceği üzere sakıncalı, konusu suç teşkil eden edebi ve felsefî eserler çıkmaz efendim, şahsî hâtırat hele hiç.

Soru şu olmalı: Bu kitapları kim, ne zaman, niçin gömmek ihtiyacı duymuş olabilirdi? Bu soruya cevap vermek için sanat tarihçisi, arkeolog olmaya lüzum yok. İnkılap tarihi okuyan her genç bu cevabı aslında bilir ama saçmalığın bu derecesini havsalasına sığdıramaz o başka!

Vaktiyle kitaplarımızı niçin toprağa gömmüştük?

Efendim, Türkiye'de harf inkılâbı 1928 yılının kasım ayında yapıldı; Kanun kısaca, bundan böyle Arap harfleri yerine Latin harfleri kullanılmasını emrediyor ve ayrıntıları düzenliyordu. Toprağa gömülmüş daha nice çuvallar dolusu eski yazılı kitabın başına gelenler, işbu "ayrıntı" kelimesindedir. O ayrıntı şudur: Söz konusu kanun, zannedildiğinin aksine eski yazılı kitapların evde bulundurulmasını yasaklamaz ama ne kadar hızlı ve iyi inkılâpçı olduklarını âmirlerine göstermek için gayretkeş bir edâ ile kraldan çok kralcı görünen bazı küçük bürokratların halka saldığı tedhiş, çok yerde kanunun kötü algılanmasına ve yanlış yorumlanmasına sebep olur. Meselâ, 1927 tarihli "Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde bulunan bütün mebânî-i resmiyye ve milliyye üzerindeki tuğra ve methiyelerin kaldırılması hakkında kanun"un uygulaması adeta rezaletle sonuçlanmış ve her biri yüksek sanat eseri değerini haiz yüzlerce eski yazılı kitâbe, korkunun tetiklediği bir panikle kırılıp kazınmıştı. Evvela Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılması, ardından 27 yılındaki tuğra kanunu ve ertesi yıl çıkarılan latin harfleri kanunu, aslında "Nerede eski yazılı kitap, kitâbe, yazı varsa imha edin" hükmünü getirmemekle birlikte çok yerde rejim dalkavuğu memurlar tarafından çok kötü uygulamalara sebep oldu. Kemah Kalesi'nin hamam kalıntısından bohça içinde çıkarılan kitapların hikâyesi üç aşağı beş yukarı böyledir. Karbon testi yaptırmaya gerek yok; o bohçanın toprağa gömülüş tarihi muhtemelen 1925'le 1928 arasındaki üç yıldan biridir.

Bu fiili işleyenler, dalkavuk ruhlu rejim yağcısı küçük bürokratlar değil, onların ürküttüğü, tedhişe uğrattığı masum ve sıradan insanlardır. Bizde dini kitapları tahrib etmek günah sayıldığı için o kitaplar, yine sahipleri tarafından o yıllarda muhtemelen ağlaya ağlaya ve gizlice kuytu yerlere gömülmüştür.

"Zapta geçirilsin"

Yazının baş kısmına bir küçük balmumu yapıştırmıştık ya, şimdi onu kaldırıyor, 22 yıl geriye gidiyor ve kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Haberi Zaman Gazetesi'nde okuyunca içerim cızz etmiş, Batman Çayı kenarına bir gece yarısı sırtında bir çuval dolusu dinî-İslâmî kitap ile etrafı kollaya kollaya giden talihsiz adamın hikâyesini zihnimden geçirip iki sayfalık bir şey yazmıştım.

Başlığı şöyleydi: "Zapta Geçirilsin!"

O iki sayfalık yazıyı, o günlerde yayımlanmaya başlayan Dergâh dergisine gönderdim, ekimde çıkan 3. sayısında yayımlandı. Size özetleyim biraz.

Hikâye, sırtında kitap çuvalı ile gece yarısı Batman Çayı'na giden bir adamın itiraflarından bahsediyor; adam suçluluk duygusu içindedir. Nice zahmet ile çayın kenarına ulaşıp kitapları çuvaldan çıkarıyor, onları suya atmadan önce yan yana diziyor zifiri karanlıkta. Hepsini suya attıktan sonra geride kalan son kitabı açıyor ve tam o esnada ay bulutların arasından çıkarak o sayfayı aydınlatıyor. O sayfada şu cümle yazılıdır:

"Musa'nın annesine: 'Çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak; korkma, üzülme; biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz' diye vahyettik"

O kitap Kur'an'dır ve o cümle Kasas Sûresi'nin 7. âyetidir. Âyette Cenab-ı Hak, Hz. Mûsâ'nın annesine çocuğunu Nil'e bırakmasını, onun artık Allah nezdinde korunup gözetileceğini bildirmektedir. Adam, âyeti okuyunca "Aniden baskına uğramış da tazının sivri beyaz dişlerini aniden yumuşak ensesinde hissedivermiş ürkek bir tavşan gibi ümitsizce haykırıyor. Çok pişman olmuştur, azap çekmektedir. Büyük bir utançla itiraf ettiği hikâyesini şöyle bitiriyor:

"İşte suç âletini de teslim ediyorum. O günden beri hiç işime yaramadı zaten; büzülmüş bir ur gibi böğrümde taşıyıp durdum: Kararmış yüreğimdir, zapta geçirilsin.

İşte o adam benim: Yetişir aradığınız! O bendim diyorum: Emaneti suya veren, ateşte yakan ve toprağa gömen ve üstünü taşlarla örten bu ellerdi titremeyen; istiyorsanız onları da alıp zapta geçirin..."

İtiraf vesikasının altındaki titrek imzâ okunamıyordu ama biz onların kim olduklarını biliyorduk; üstelik lüzumundan fazla biliyorduk. Çoğumuzun eli o cürmün kanına bulaşmamış mıydı?

Artık şaşırmayacaksınız.

İleride yıkıntı, kazıntı vesair yerlerden buna benzer başkaca çuvallar, bohçalar içinde başka eski yazılı din kitapları da çıkacaktır. Artık şaşırmayacaksınız, çünkü hikâyesini artık biliyorsunuz.