Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun Anadolu'nun soy kütüğü hakkında yaptığı bazı açıklamalar ve bu sözlere gösterilen tepkiler bana, "az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik; bir de ardımıza baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz." meselini hatırlattı.

Bu yazı, işte o "bir arpa boyu yol"un açılımı niyetine okunmalıdır.


Hayatta en çok yaptığımız şeylerden biri insanlar hakkında hüküm vermek… Peki kıstasımız ne? İster istemez bazı değerlere müracaat ediyoruz; iyi, güvenilir, dürüst, sözüne sâdık, işinin ehli, ketum vesaire. Bu sözlerin içini dolduran biziz; birisi için "iyi adamdır" dediğimizde o adamı nitelemekten çok, aslında "iyi" kavramından ne anladığımızı ifşa etmiş oluyoruz; bunlar sübjektif, üzerinde genel ittifak kurulmamış tâbirler.

Adam tanıma sanatının kestirmeleri var; bir kavim adına bir özellik raptederseniz işinizi toptan görürsünüz. Her insanın ayrı bir âlem, bambaşka bir varlık olduğunu öne çıkararak toptancılık yerine tek tek hüküm vermek yorucu, riskli, emek gerektirici bir iş; bu yüzden çoğumuz toptancı yaklaşımlara iltifat eder ve yanlış yaparız. Yanlış, çünkü insanlar hakkında hüküm vermek vebâli ağır bir eylem; bu ağır sorumluluğu toptancı yaklaşımlarla çözmeğe kalkışmak affedilmez bir tembellik, çünkü insan kaideleri bozan bir istisnâ. Söz konusu bir insan hakkında hüküm vermek ise, o büyük istisnâyı daima ilk sırada mütalaa etmek lazım.

Tarihte her kavim, başka kavimler hakkında önyargılı sıfatlar geliştirmiş, doğudan batıya defalarca tekrar edilmiş bir klişe bu. Genellikle olumsuz (tembel, keyfine düşkün, hain, nankör, gaddar, nemelâzımcı, mutaassıp, geri vb.) yargılarla yürütülen bu alışkanlığın ciddiye alınması gereken bir insanlık birikimi olduğunu kim iddia edebilir; böyle bir birikime güvenerek nasıl önümüzü görebiliriz? Başka kavim ve topluluklara kötü sıfatlar yakıştıran bu sınıflayıcıların kendi kavimleri hakkında nedense hep iyi nitelikler yakıştırması dikkat çekicidir. Başkaları genellikle kötüdür; ama sizin kavminiz yiğittir, merttir, vefâlıdır, misafirperver ve ahlâklıdır! Bu kadar güzelliğin bir kavimde toplanmış olmasında şüphe uyandırıcı bir ârıza bulmaz mısınız?

Bu hükümleri ciddiye alırsanız, zihninizdeki değerlendirme cihazının feci şekilde sakatlanacağı muhakkaktır. Tarih boyunca insanların birbirine bu kadar zulmetmesi, o kadar savaşta milyonlarca insanın helâk olması, açlıktan, hastalıklardan milyonlarca insanın ölmesinin gerisinde işte bu gibi toptancı peşin yargıların beslediği "biz iyiyiz, onlar kötü" hükmü yatıyor.

İnsanın tabiatına yerleştirilmiş bir imtihan karakutusuna benziyor bu özelliğimiz. Doğarken cinsimizi, etnik aidiyetimizi, akrabalık ilintilerimizi seçmek iktidarında değiliz; fakat aklımızla, aklımızı bağımsız tarzda kullanmayı bilerek kendi değerler dizimizi (yani kendimizi) inşa edebiliyoruz. Bunu nasıl yapabileceğimiz nihai kertede bizim kabiliyet ve sorumluluğumuza bağlıdır. Farklı suret ve kimliklerde yaratılmış farklı insanlar olarak, birbirine benzer şekilde işleyen akılla donatılmamız, hayatımızın en manidar ve çetin imtihanlarından birini teşkil ediyor. O yüzden insanları birbirinden ayıran değil, farklı oldukları halde onları başka bir düzlemde birbirine yaklaştıran, sevdiren, hatta akrabalıktan üstün derecede birbirine ısındıran öğretiler büyük önem taşıyor. Dinler bu yüzden bilinen tarih boyunca bütün insanların dikkat ve ilgisini celbediyor. Çünkü din, "akîde kardeşliği" fikrini öne çıkarıyor; sair farkları (ırk, dil, renk, aile, geçmiş, asâlet) reddetmemekle birlikte akîde kardeşliği öğretisi ile asgari temas noktasında en yüksek ve anlamlı beraberliklere kapı açıyor.

Doğrusu bu, insanın ezberini bozan bir durumdur. Peygamberler tarihini bu gözle okuduğunuzda mevcut statüden memnun çoğunlukların, içlerinden çıkan nebî ve resullerin öğretilerinden çok rahatsız olduklarını fark ederiz. Peygamberler, içinde yaşadıkları toplumların geleneksel bağlarını kırarak işe koyulmuşlar, adına hakikaten devrim denmeye lâyık bir yenilik getirmişler, o güne kadar bilinen ve itibar edilenin aksine tamamen asimetrik ve farklı bir toplum tasavvur etmişlerdir.

Ne derece başarılı olabildikleri hâlimizden, daha doğrusu dünyanın hâl ve ahvâlinden belli. Biz bu fikirleri heyecanla karşılıyor, farkediyoruz fakat bu arada kendimizin de ne kadar statükocu olduğu gerçeğiyle yüzyüze geliyoruz. İşte en çetin imtihanımız budur. Biz hep Cahiliye Devri'nde Efendimiz'e karşı koyan Kureyşlileri tarihî bir topluluk zannederiz halbuki onlar aslında bir toplumsal kategoriyi, ezelî ve ebedî bir zihniyeti temsil ediyorlar. Bir mümin kardeşini "Ermeni dönmesi" diye niteleyen herhangi bir Müslüman, farkında olmadan Cahiliye topluluğundan bir fert haline geliyor. Bu sözde kaç türlü yanlışlığın iç içe bulunduğuna dikkat etmeli; evvela "Ermeni" kelimesini menfi ve menfur bir anlama sarmakla ilk teorik hata işleniyor, ardından vaktiyle -diyelim ki Gregoryen- dinime mensup iken Müslümanlığı seçen bir insanın tercihi şüpheli, hatta gayrı samimi addediliyor. Bu çirkin tabiri kullanan bilmiyor ki, Sahâbe'nin neredeyse tamamı, vaktiyle -teknik mânâda- mevcut dinlerinden dönerek İslâm'ı seçmiş kişilerdi ve İslâm, Kelime-i Şahâdet getirerek Müslümanlığı seçen kişiyi, toplumsal aidiyetleri bakımından anasından o an doğmuş gibi mâsum kabul eder.

İşte bu, bizim dinimizle imtihanımızdır; bu imtihanı sadece ibadete dikkat kesilerek aşamayız; dinin "tahkik" kısmına dikkat kesilmek lâzım: Kur'an'da defalarca tekrar edilen ve ibadet derecesinde yüceltilen tahkik ve ilim kısmına...

Kaldı ki İslâm, öteki inanç ve akîdeler hakkında dahi saygılı olmayı öğütler; kavmî mensubiyetin inanca göre ne kadar teferruat sayıldığını ise tekrara hâcet yok; nitekim biz Sahabe'ye ve Tabiin'e kavmî mensubiyetlerini hiç akla getirmeksizin İslâm akidesini seçmek ve yaşamak konusundaki ihlâslarından ötürü saygı gösteriyoruz: Sahâbe'nin tabii bir aidiyetle taşıdıkları Arap, Acem, Rum, Yahudi, Kıbti, Berberi gibi sıfatları çoğumuz işte bu yüzden bilmeyiz bile.

Sırf itikadi akîde, yani din sebebiyle insanları birbirine muhabbet ve yakınlık duymaya sevk eden bu öğreti, insanlık tarihinin en yüksek beraberlik modelidir. Ne yazık ki günümüz Türkiye'sinde bu kavram "Ümmetçilik" adı altında sanki pek menfur bir şeymiş gibi, bir küfür veya ihanet fikriymiş gibi cahilce damgalanmaktadır. Dinî akide kardeşliği, insanı mevcut tabiatını değiştirmeye, onu yüceltmeye sevk eden bir beraberlik türüdür; bu akide insanı basit ve tabii aidiyetlerini inkar etmeden aşmaya sevk ettiği için son derece ileri bir modeldir.

Biz ise ne yazık ki kendi Cahiliyemizin küllerini eşelemekle meşgulüz.