Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bu yazıyı aslında cumartesi günü, seçimden bir gün önce okuyacaktınız; ama sandığa gitmeden bir gün önce sizde siyaset soğukluğuna yol açabilecek bir ana fikir ile sizlere hitap etmeyi içime sindiremedim. Bu saatlerde seçimin sona ermesine rağmen sonuçları henüz netleşmemiş olduğu için dar manada "aktif siyaset" hakkındaki vehimlerimi sizlerle bölüşmek istiyorum.

Siyasetin "fırkacılık" boyutuyla bir partizan sıfatıyla haşir-neşir olmak, gençliğimizde -belki de gereğinden fazla- tattığımız heyecanlardandı. 12 Eylül fırtınasından birkaç yıl evvel bu heyecanın pörsüdüğünü ve yerini usulca "okumak, düşünmek ve yazmak" eylemine terk ettiğini fark ettik. "Memleket kurtarma"nın daha şahsi, daha alayişsiz, daha içe dönük; ama mutlaka daha verimli bir şekli olarak "okumak, düşünmek ve yazmak", toplu halde hareket etmeyi gerektirmiyordu. Cemil Meriç merhumun "fildişi kule"si kadar olmasa bile en azından bizim neslin mühimce bir kısmı, derme-çatma da olsa kendi "kerpiç kulübe"sini inşa ederek bir ipek böceği tevazuu ile kozasında didinmeyi daha efdal buldu. Bizim kuşağın talihlilerine "okumak, düşünmek ve yazmak" lezzetini hatırlatmakta emeği geçtiği için Taha Akyol'u buracıkta şükranla anmak bir borçtur.

O demden sonra aktif siyaset bize niçin "terfi kaybı" gibi göründü; belki Nef'i'nin, "Ben bu haletle tenezzül mü ederdim şiire / Neyleyim kurtulamam ta'b-ı heveskarımdan" buyurduğu veçhile siyaset realitesinin tabiatımıza uygun olmadığını fark etmiştik, belki uzanamadığımız üzüme "koruk" diyebilmenin hesabı içindeydik ama bugün hepsi de okur, düşünür, yazar cümlesinden olan bu neslin siyasete "müstağni" duruşu da bir vakıadır.

İstiğna makamında karar eylemek, bir kere ele geçirildiğinde ilelebet kişiye istiğna konforu sunan bir mevkii değil; şaşıya "şaşısın" diyebilmenin de bedeli var; boğaz dokuz boğum ama, art niyet taşımadığından emin olunan kişilerin sözü de o nispetle dokuz misli ağırlıklı olsa gerek.

Siyaseti küçümsemek, "bize birkaç numara ufak geliyor" kibriyle kerpiç kulübelerimize çekilip dudak bükmek ne haddimize; dünyasının cidarlarını kitap yapraklarıyla inşa edenlerin, yazı satırlarında bulmağa alışkın olduğu fikir istikrarını siyasetin kaypak zemininde bulamamak endişesi demek daha doğru olur. Siyaset, geniş manasıyla mübarek bir meşgale; tabii siyaset erbabının da bu sıfata uygun evsafa sahip olması kaydıyla. Türkiye'de fiili siyasetle uğraşmak isteyenlerin illa ki bir liderin ayak divanına kapıkulu yazılmak gibi sevimsiz bir mecburiyete ram olması fecidir. Küskünler hareketini başlatanlarla zamanlama hatasına duçar oldukları için istihza ettik ama çok mühim bir doğruyu yanlış zamanda da olsa seslendirmişlerdi. Bu gidişle lider oligarşisinin lider aristokrasisine dönüşmesi bile mümkün ve mukadderdir.

Dünkü seçimde yine, nadir istisnalar dışında lider oligarşisinin sadakatinden emin olduğu kişilerle tertip ettiği listeler yarıştı ama eminim ki şu anda bile "kararsızlar fırkası", açık ara ile birinciliğini koruyor olacaktır. Bu bizim kaderimiz; son iki seçimde de hangi partiye oy vereceğimi kararlaştırmak için sancıyla öfke arasında kaç defa gidip geldiğimi hatırlamıyorum. Demokrasilerde seçim çaredir, bizde ise "kapan" görevi görüyor; kendimi hep kıstırılmış, seçme hakkı değil ama tercih etme hakkı ketmedilmiş hissettim.

Oscar Wilde, "De Profundis"inde şöyle diyor: "Bilmeliyiz ki iki dünya vardır: Söz açılmadan var olan dünya; buna reel dünya derler; çünkü onu görmek için konuşmaya lüzum yoktur. Öteki de sanat alemi! Söz açılması gereken bu alemdir; çünkü söz açılmazsa var olamaz". Hamdolsun ki bütün kapsayıcı ve "tirani" tabiatına rağmen, siyasetin dışında, ona rağmen derin güzelliklerin terennüm edilebileceği bir dünya var ve o dünyayı fark etmiş olmak bile, başlı başına bir dünya saadetidir.

Hamdolsun!