Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bu kadar onuru hak ettiğini zannetmiyorum; onun için aşağıdaki alıntının yazarını ismen açıklamayacağım ama yazdıkları kendi çapında bir sahicilik sergilediği için okumanız gerektiğine inanıyorum.

Şöyle diyor köşe yazarı:

"Dinci gazeteler ve yazarları, Genelkurmay Başkanı Özkök'ün 'Türkiye bir İslam devleti ve ülkesi değildir' demesine çok kızdılar. Oysa Türkiye'nin bir 'laik hukuk devleti' olduğu, anayasasında zaten yazılıydı. Yine de kızmalarının nedeni: Bir; Genelkurmay Başkanı, ordunun tabanından gelen baskıya rağmen sessiz ve sakin kalmış, bu da dinci kesimi 'Paşa bizden' gibi bir hoş umuda itmişti. Bu umut boş çıktı... İki; ama en çok 'sessiz ve derinden giderek örgütlenme ve devleti ele geçirmenin ve dikensiz yolda din devletine doğru koşmanın' sevincini yaşıyorlardı. Bu da yattı... Üç; bu bir muhtıradır. Kimileri anlamak istemese de, kimileri duymazlıktan gelse de... Ve sonuçta arkadaşlar kızdılar."


Şimdi, "yok canım bu kadar da olmaz" diyeceksiniz belki; lâkin ayniyle vâki.

Necib Türk matbuatında böyle şeyler fikir diye yazılabiliyor; daha fenası bu ve buna benzer gibi cümlelerden müteşekkil bir hayat görüşü yıllardır idare edip giden bir epistemik cemaat yaşıyor aramızda.


Üzerinize âfiyet biraz üşütmüşüm geçenlerde; bu gibi hallerde ciddi şeyler yazmak içimden gelmiyor. Ankaralı Namık diye bir türkücünün, dolmuş şoförü jargonuyla süslediği son albümündeki bazı sözleri takılmış plak gibi kulağımda çınlayıp duruyor. Ankaralı Namık, "âlem"in iyice canlanmasını, neşelenmesini teşvik eder mahiyette şöyle sözler serpiştiriyor türkülerinin içine,

-Hani kaşık sesi?

Ardından ilâve ediyor,

-Kır kaşıklarıı!

Sonra hızını alamıyor,

-Saldıır!

Sonra bir takdir nidâsı savuruveriyor,

-Koççç!


Bence bu gibi günlerde Ankaralı Namık kardeşimiz, bazı köşe yazarları ve siyasetçilerden daha çok kendisinden bahsedilmesini hak ediyor. Evet, üslûbu biraz pejoratif, zaman zaman istihcâna bulaştığı da oluyor ama o da kendince protest bir tavır geliştirmiş. Arada hiç münasebeti yokken sosyete düşkünlerini eleştirmek için,

-Tatilden mi şekerim? diye takılıveriyor birilerine. Sonra günün moda mutluluk anlayışını eleştiriyor,

-Bir sen bir ben... ardından "bir de bebek" diyecek diye bekliyorsunuz ama o , "henüz çocuk düşünmüyoruz; seneye!" diye espriyi patlatıveriyor.

Öyle ya mutluluğu bu gibi basit formülasyonlarda arayanlar sadece kariyer hırsına kapılmış olanlar değil ki, "Asker muhtıra verdi; hükümet fena halde şişip kaldı" gibi muhayyel vaziyetlerinden şâdümân olanlarımızın mutluluk sebebi de bu gibi şirinlik yapma fırsatları oluyor işte.


Hükümet adına açıklama yapan bir siyasetçi ise, sözü edilen konuşmayı tebrik ediyor. Sonra hızını alamayarak "Aklıselimin toplamıydı" tesbitinde bulunuyor.


O esnada yine Ankaralı Nâmık'a takılıyor kulağım: "Ne kadar naylon varsa, o kadar da poşet var" diyor meselâ; ardından, "Kesenözden iniverdim Güdül'e / İfâdeyi salıverdim müdüre" diyor. İki mısrâ arasında mânâ aramaya kalkışmayalım. Yok.


Esasen bu yazı, uykusu kaçmış birinin gecenin bir yarısında televizyon kanalları arasında gezinirken rastladığı anlık görüntüler, sesler ve çehrelere benzer şekilde, mânidar bir bütünlüğü olmayan ("postmodern" desem gider mi acaba?), kırkyama (patchwork) tekniği ile yapılmış bohçalara benzedi.


Belki de bu hezeyânım, hâlen tam atlatamadığım üşütmenin eseridir, ne dersiniz?