Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Meral Okay'ın vefatı, basınımızın fay hatlarında ilginç ürpertilere yol açtı; sevenleri, beni de şaşırtan bir hissiyatla ardından güzel uğurlama (Nekroloji) yazıları kaleme aldılar.

Vakit gazetesi ise, herhalde senaryosunu yazdığı son diziden hoşnutsuz oldukları için "O kadın" ifadesini tercih etti. Üzerlerinde yoğunlaşan ayıplama baskısından sıyrılmak için, "İşte o kadının vasiyeti" başlığıyla Meral Okay'ın öldükten sonra yakılmak istediğini ileri sürdüler. Yakışıksız oldu. Ölenin ardından sevimsiz konuşmamak gerektiğini hatırlatmaya lüzum yok.

"O büyük kapı"dan geçenler, mutlak hakikate dokunuyor zaten. "Ölüm büyük bir şeydir!"


"Dünyada en çok kullanılan silah" gibi lânetli bir şöhrete sahip AK-47, nâm-ı diğer Kalaşnikof'u üreten şirket iflâs etmiş; "Beter olsun" dedim kendi kendime; darısı Kalaşnikof'la birlikte bütün silah üreticilerinin başına!

Evet, çocukça bir temennî, o kadar naif ki, bu silahın şu anda aynı lisans altında başka ülkelerin başka fabrikalarında harıl harıl üretildiği gerçeğini unutturmuyor. Hayâl kurmayalım, silah fabrikaları hiçbir zaman kepenk indirmeyecek; iyimser olmayalım, kıyâmetin kopacağı âna kadar başta devletler olmak üzere "İnsanoğlu" dediğimiz o yaratık silâhlanmaktan vazgeçmeyecek; bu konuda en romantik olanımız bile, "Aslında silah fikrinden tiksinirim ama, komşum silah taşıdığı sürece silah bulundurmamak enayiliktir" diye düşünüp silâh tüccarlarını zengin edecek.

Bu işin felsefî kısmı, bir de sanatla zenaatın buluştuğu yerden bakmalı Kalaşnikof'a: Bütün dünyada sadece gerilla takımının değil, artık nizami orduların da kadroya geçirip baştacı ettiği bir piyade silahı olarak Kalaşnikof tam bir mekanik şaheseridir. Onu bu haliyle klasik dönemin Singer dikiş makinelerine, vites kutularının fettan tertibine, buharlı lokomotiflere, çok daha sâde bir örnek olarak berber makaslarına, dolma kalemlere benzetiyorum. Mümkün olduğunca az parçadan müteşekkil, hemen her iklim şartında nazlanmadan çalışan, külfetli bakım gerektirmeyen, çabuk ve kolay sökülüp takılan bir mekanik tasarım şampiyonu. Mûcidi Mihail Kalaşnikof, insanlık tarihine fena bir şöhretle geçti, tasarladığı âlet takriben 100 milyondan fazla satmış; bugüne kadar kaç can aldı, kaç canı sakat bıraktı acaba? Daha mühimi, ülkesinde kahraman ilan edilip madalyalara boğulan Mihail Kalaşnikof, böyle dolaylı sorumlulukların ezâsını duymuş mudur hiç? Mekanik zekâsını pekâlâ o külçe gibi ağır Zenith fotoğraf makinalarını hafifletmek veya düdüklü tencereleri ıslah için de kullanabilirdi. Belli ki o da az-çok hepimizin çelişkisini yaşıyan ve vicdânını yaptığı işten sıyırarak aynaya bakabilen birisidir (Yabancılaşmak mıydı bu?).

Bu çelişkiyi andıran bir hâtıram var; o arkadaşları ne zaman görüp hatırlasam aklımdan kovmaya çalıştığım bir hâtıra...

1975, belki 76; o günlerde "Tarzan İbo" diye bir polis müdürü var, teşkilâttaki uşaklara duman attırıyor. Ee, bizim de elimiz armut toplamıyor elbette. Uzatmayayım, Tarzan İbo'yu yerin dibine batıran, hatta galiba birazcık da tehdit eden o beylik bildirilerden birisini kaleme almaklığım iktizâ etti. Pek kardeş bir kuruluş adına o bildiriyi yazdım; hamdele-salvele sadedinde başını yaşasınlar, sonunu kahrolsunlarla süsledikten sonra mumlu kâğıda geçirip teksir ettik. Bildiri dağıtıldı. Bir zaman sonra kardeş kuruluşun yönetim kurulundaki arkadaşlara mahkemeden çağrı geldi. Zannediyorum birer yıl hapse mahkûm edildiler. Kelimelerle bir başkasına acı verilebileceğini hatta kan akıtılabileceğini o zaman farkettim, çok üzüldüm, pişman oldum. Benim kelimelerim yüzünden arkadaşlarım hapislerde yattılar; hayli zaman yüzlerine bakamadım. "Bir başkası da yazsa değişen bir şey olmayacaktı" düşüncesi beni hiç rahatlatmadı. O günlerde hapis yatmak bir nevi gazâ beratı sayılsa da o kötü hâtıra hâlâ yaşıyor. Şairin, "Yar ger sende yatursa elemi bende yatur" dediği hesap...

Keşke Kalaşnikof, tüfek yerine otomobil tasarlasaydı, keşke o kötü bildiri yerine berbat aşk şiirleri yazsaydım; keşke olguların sadece bir tane kesici yüzü olsaydı!