"Köroğlu gözün körolsun!"

İslami terör kavramı, İslâm'ın toplumsal tezahürlerini daraltıcı ve mahkum edici tesir yaptığı için son tahlilde Müslüman kimliğinden yüksünmeyen herkesin kanına dokunuyor.

Türkiye'de bu tâbirin hayli iştahlı bir taraftar kitlesi buluvermesi, ülkede bidâyetten beri "İslâmî olan"ın aleyhine genişleyen seküler dalga ile örtüşmesi ve netice itibariyle menfaat birliği içine girmesi anlamını taşıyor. İslâmi terör, bazı müslümanların teröre bulaşması veya desteklemesinden ibaret bir geçici sıfat değil; on yıllardan beri dikkatle inşâ olunan ve üzerine yatırım yapılan bir imajdır. İstediğimiz kadar "İslâm teröre müsaade etmez" kavliyle temel kaynaklardan hüccet getirip duralım; "İslâmi terör" kavramı, "akli tahlil"le tahkikine lüzum hissedilmeyen beynelmilel bir klişe haline geldi. "Köroğlu gözün kör olsun" cinsinden bir klişe. Nazilerin Yahudi aleyhtarlığı, timsahların yırtıcılığı, yamyamların insan eti yemesi, doğulu kavimlerin geriliği ve medeni icaplar karşısındaki kabiliyetsizliği gibi İslâmi terör de müslümanların etine, kemiğine yapışan bir mel'un sıfat haline getirildi.

"Müslümanların hiç mi kabahati yok?" sualini masaya yatıralım: Müslümanların kabahati dağlar gibi. Nazari planda "kitabi bir topluluk" gibi görünen Müslümanların en mühim zaafı "kitap"la hayat arasındaki mesafeyi yorumlamakta gösterdikleri ve neredeyse ırsî hale gelmesinden çekindiğimiz beceriksizliktir; buna cehalet de diyebiliriz; şuurun bilerek kapatılması ve bilginin kasden munkabız alanlara yöneltilmesi mânâsında cehâlet. Lâkin bu cehaletin daha yakıcı ve utandırıcı boyutlarını da görmezden gelmeyelim. İslâm dünyası denilen farazi (fictive) topluluğun iki asırdan beri kendini "dünyanın mağduru" gibi görüp hissetmesinde bu cehâletin payı büyük. Ne var ki bu azîm cehlin teşhisinde zaafa düşmemizin temelinde duran mühim bir olguyu görmeden geçemeyiz: İslâm topluluklarının entellektüelleri, batı medeniyetinin maddi planda gösterdiği göz kamaştırıcı galebenin câzibesiyle savruldukları seküler alanları kendileri için mahpes haline getirdiler ve hâlâ orada çırpınıp duruyorlar. Kendilerini geleneksel bilgiyi tekrar ve "nakl" ile mükellef sayan ulemâ ise, seküler alanı tercih eden entellektüeller karşısında kapıldıkları kompleksten ötürü, hâmili bulundukları bilginin değerini parlatmaya mecâl ve medâr bulamadılar.

Bu karmaşık gibi görünen teorik izahın prototiplerini bugünün Türk basınında görebilirsiniz. Terörü lanetleyeceğim derken, mânâ kapsamını bile bilmeden "kahrolsun şeriat" çığlığı atanlarla müslümanları çağdaş dünyanın mağdurları (az gelişmişleri, yeryüzünün lânetlileri) addeden kalem sahiplerinin yarattığı mânâ velvelesi ortasında sade müslüman sessiz, şaşkın ve âdeta mahçuptur. Onlar, "velev ki kendilerini müslüman gibi hissediyor olsun" aralarından bazılarının, hem de aziz bir vakitte daha evvelce tanımadıkları bigünâh insanların canına kasdetmesi karşısında derin bir utanç ve lâkaydi arasında savrulup duruyorlar.

Bu iki kalıplaşmış davranışın haricinde bir tepki geliştirmek "sade müslüman" için çok zor; sebepleri ise derin ve etraflı.


Önemli not: Saded harici gibi görünebilir ama Zaman gazetesinin yorum sayfaları, köşe yazılarının dar kapsamından daha geniş yorum ve analizlere imkan tanıyan yeni şekil ve muhtevası ile bir gazete okuyucusunun beklentisinin çok üstünde değerli ve emek mahsulü makalelere yer vererek Türk basınında pek denenmemiş bir yeniliğe imza atıyor. Gazete yazıları gündelik tüketim içindir, halbuki yorum sayfalarında günü değil ama gündemi anlamaya yarayacak kapsamda "derin ve etraflı" analizler de yer alıyor. Daha şimdiden bir "tiryaki okuyucu" kitlesi kazanan yorum sayfalarına emek veren arkadaşlarımı, değerli mesailerinden ötürü hasseten tebrik ederim.


Kaynak (Arşiv)