Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Oksijen çadırındayız, şimdi ilk müdahale için seruma ihtiyacımız var" sözünü işitince aklıma hemen Şubat 2002 krizini başbakan olarak yönetemeyen Bülent Ecevit'in apar topar, alelacele, baskından mal kaçırır gibi ve titrek bir sesle verdiği o meş'um demeci hatırladım:

"Bu bir devlet krizidir!" Bu demecin ardından piyasaların nasıl altüst olduğunu, Merkez Bankası'nın iki saat içinde "tabii o esnadaki kur değerinden" 7 milyar dolar satmak zorunda kaldığını, o günün akşam üstü doların iki katına çıktığını da hatırlıyorum. O yüzden Başbakan Tayyip Erdoğan'ın duygu ve acemilik yüklü o konuşması beni hayrete düşürdü.

Birisi bilezik vermiş, bir diğeri maaşının yarısını yollamış; bunlar milli haysiyeti işaretleyen güzel örnekler, takdire lâyık lâkin bir "milli seferberlik kampanyası" böyle başlatılmaz. Kim eleği patlamış kalbura bir bardak su koyar? Benim endişem, gerekli tedbirler alınmadan, zemin hazırlanmadan başlatılacak bir kampanyanın fiyasko ile neticelenmesi ve ondan daha vahim olmak üzere günün birinde devletin milletine yardım için müracaat etmesi halinde, bu talebin gayrı ciddi bir etki yapmasıdır. Millete güvenmek güzel lâkin ondan önce milletin güvenine lâyık olmak gerek. O güveni telkin için hazırlık var mı? "Biz bu bütçe açığını ve borçları kucağımızda bulduk" sözü sanki mâkul bir lâfmış gibi görünüyor ama bir başka açıdan aczin itirafıdır: Göreve talib oldunuz, projelerinizi anlattınız ve bu projelerin içinde iktidarınızın dördüncü ayında "herkes yüz dolar versin, iç borçları öyle çeviririz" gibi bir fikir yoktu. Hükümete sızlanmak yakışmıyor, hissî konuşmalarla vakitsiz yardım kampanyaları açmak da yersiz. Bu gibi düşünceleri kuvveden fiile geçirmek için büyük hazırlık ve güven ortamı gerekir, nerede o hazırlık?

Devletin çok esaslı reforma ihtiyacı var; bu reformun ilk adımı, seçilme yaşını 25'e indirmek midir? İsabeti tartışılır, romantik bir teklif. Devlet kendi hesabını bir mahalle bakkalı dirayetiyle olsun yapamıyor zira devletin para harcama anlayışı baştan sona sakat, alaturka ve irrasyonel. Vergi tahsil tekniği Deli Dumrul'un basiret seviyesini aşamamış. Yıllardan beri sermaye sahipleri rantçılığa, faizciliğe yönlendiriliyor; buna rağmen hâlâ işyerini açık tutmak için çabalayan küçük işletmelerin ise burnundan getirilmekte. Nice zahmetle toplanabilen yetersiz kaynaklar ise birinci öncelikle devletin en âcil ihtiyaçlarına (otomobil, mefruşat, hizmet binası vb.) ayrıldıktan sonra bir türlü ıslah edilemeyen ihale usûlü yüzünden verimsiz yatırımlara, gudûbet bankacılık sistemine ve câri harcamalara akıtılmakta. Eğri oturup doğru konuşalım, böyle kötü ve verimsiz yönetilen bir "şirket"in hisse senedini kim alır? Devlet şirket değildir; âmennâ velâkin bize hiç kimse devletin ne kadar mehîb bir kavram olduğu hakkında ders vermeye kalkışmamalıdır.

Erken ve yeterince tezekkür edilmeden söylenmiş heyecan verici sözler bunlar. Başbakan, kendisine yollanan her mektubu Bakanlar Kurulu'nda okumak âdetinde midir? Bir de "Hazreti Ömer Fonu" fikri dolaşıyor ortalıkta; bu fikri icad edeni nasıl tebrik etmeli bilmem? Niçin Hazreti Ömer, niçin dinî bir şahsiyete gönderme yapmak ihtiyacı hissedilir? "İslâm dinarı" gevezeliğinin kime, kaça mal olduğu unutuldu mu? Danışmanlar böyle işlere yarıyorlar zâhir: "Gönül havuzu", Hz. Ömer Fonu zekâvetine göre hiç olmazsa daha seküler ama ucuz aşk romanı isimlerini andırıyor. Nasreddin Hoca'nın tavsiye ettiği gibi yola çalı dikmek, "geçen gün bir mektup aldım, gözlerim yaşardı" edebiyatıyla kampanya açmaktan daha mâkul bir yoldur; niçin denenmiyor?

Acı ama yeri: İane üzerine bütçe yapılmaz, iane üzerine yatırım tasarlanmaz! Bu teklifte haklı olmak için seçim kampanyanızda meselâ şu "gönül havuzu" projesinden bahsetmeliydiniz. Böyle ciddi bir kampanya, ancak çok olağanüstü şartlarda, çok makul gerekçelerle ve çok iyi bir zemin hazırlığı yapıldıktan sonra açılabilir. Öyle ki toplum, bağışladığı her kuruşun gerçekten yerini bulduğuna inanmalı, tek kuruşunun israf edilmediğine kanaat getirmelidir; kötü kampanya iyi kampanyayı kovar ve daha şimdiden fiyasko tehlikesi geçiren bu kampanya, ilerde bu imkânı kullanmak isteyen kadroların başarı şansını öldürmekten başka işe yaramayacaktır.

Belki başta kaydetmek gerekirdi: Powell'ın ziyaretiyle ABD'nin taleplerine rıza gösteren bir hükümet, hangi gerekçeyle halkından para isteyecek? Mâlum, "maaşımızın yarısını verelim" teklifinin ardında biraz da "ABD'ye boyun eğmeyelim" arzusu vardı da!..

Bunları geçiyoruz; başka fikriniz varsa onları görelim.