Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Gazetede Bodrum'un etrafında tutuşan orman alanından arta kalan yerlerin resmi var. Bu nasıl yangın yeridir ki, yangının enkazı, yanmaktan kıl payı kurtulabilmiş yerlerden daha tabii ve güzel görünebiliyor.

Resmin altında bir de hayıflanma ifâdesi, "Yazık oldu yeşilliğe!" imiş. Yeşilliğe yazık olduğu âşikâr; yeşili katleden orman yangını değil Bodrum'daki vahşi yapılaşma. Etrafındaki ağaçlık tutuştuğu için dımdızlak ortada kalakalmış beyaza boyalı, çirkin, ucube tatil yapıları, inanın ki gözüme yangının kavurduğu yerlerden daha çirkin göründü.

Türk Edebiyatı dergisinin haziran sayısında İlhan Bardakçı'nın bir Almanya yazısı vardı, mealen aktarıyorum: Diyor ki, "Şüphesiz bu Alman milletinin bir dini var; ama burada yaşadıkça ikinci bir dine daha tapındıklarını gördüm; Almanlar, yeşile, ağaca ve çiçeğe de tapınıyorlar." Bu cümle içime taş gibi oturdu, içimden dedim ki, "Keşke Müslümanların da İslâm'dan sonra aynı vecd ve ihlâs ile tapındıkları bir orman, ağaç ve çiçek sevgisi olabilseydi!". Bundan beş yıl önce nâdir İstanbul seyahatlerimden birinde Levent sırtlarındaki bir parktan, Boğaz'ın Anadolu sahillerini seyrederken bir an gözlerime inanamadım. Yemyeşil tepeler içinde büyükçe bir mıntıka jiletle traş edilmiş gibi temizlenmiş ve kimbilir kaç yüzer bin dolara pazarlanmak üzere birbirinin tekrarı villa inşaatlarıyla kaplanmıştı. Boğaz sırtlarında çıkan yangınlara üzülenler, o günden beri bana hiç de samimi görünmüyorlar.

Yeşilden, ağaçtan, çiçekten ve ormandan nefret mi ediyoruz nedir?

Eğer ölümperestlik (nekrofilya) bu değilse nedir acaba? Biz Türkler şehir kurma irâdesini kaybettik. Gözümüzü kâr hırsı bürüdü demek meseleyi izah etmiyor. Bindiği dalı kesen oduncunun davranışı kâr hırsı değil evvelâ ahmaklık sonra da köylülüktür. Köylünün adı çıkmış; gecekondularda oturanlara köylü deyip geçeceksek Boğaz yamaçlarında, Bodrum körfezinin yeşilden tıraşlanmış yerlerindeki lüks villalarda oturanlara ne diyeceğiz?

Şehir kurma irâdesi deyince biraz durmalı: Şehir, insanoğlunun biçimlendirdiği en büyük fizikî organizasyon. Dört köşeden ibaret bir ehram inşâ etmenin bile ardında muazzam bir organizasyon kabiliyeti vardı. Eski şehir çekirdeklerinin etrafında, hepsi de "okumuş çocuklar"ın imzâ ve tasvibinden geçmiş kararlarla ur gibi büyüyen çirkin yapılaşma bizim eserimizdir ve istediğiniz kadar reddediniz, "milli kültür" dediğimiz varlığa XX. yüzyılda ilave ettiğimiz şeydir. Bir şehri kurmak bilgisinden mahrum olanlar, onu işletme, yönetme, ondan istifade etme ve onun içinde mutlu olma bilgisine de sahip olamazlar.

Şehir, sadece binalar yekûnu değildir, aynı zamanda bir insan ilişkileri orkestrasıdır da. Bir şehri güzel ve doğru kaidelere uygun kurmak, bir âlim ve sanatkârlar topluluğunun, bir mimarlar heyetinin veya merkezî idare bürokratlarının irâdesiyle başarılamayacak kadar derin ve kompleks bir meseledir. Ankara'yı yönetici irâde kurdu; Ankara'yı hâlâ sevdiğini zannedenler Moskova'yı görmedikçe hükümlerinde acele etmemelidirler. Şimdiki İstanbul'un dörtte üçü İmar Kanunu'nun ve devlet irâdesinin eseridir. Şehir kurmaya kalkıştıkça batıyoruz. Şehirlerin etrafındaki kooperatif bölgelerinin her biri birer faciâ. Şehir kurma bilgisini unutmuşuz: Kurmuyoruz, istif ediyoruz; yönetemiyoruz, görmezden geliyoruz, ikamet etmiyoruz, barınıyoruz, mutlu değiliz, tahammül ediyoruz. Çocuklarımızı yıllarca temiz havaya, yeşile ve toprağa hasret beton kutucuklarda yetiştiriyor, üç yaşına basmadan kreşlere yazdırıyor, beş yaşında televizyon bağımlısı haline getiriyor, on iki yaşlarında ise elinde birer cep telefonu tutuşturup internetlerle avutuyoruz. Artık kabul edelim, "trafik" denilen firenk icadı bize göre değil; ya Evropalardan trafik polisi ve trafik mütehassısı ithal edeceğiz ya da şu anda yapmakta olduğumuz gibi bir sinir tuğyanı içinde içimizdeki psikopatı yatıştırmak için erken yaşlarda ihtiyarlayacağız.

Şehirlerimiz pis, belediyeler günah keçisi, valiler etkisiz eleman. İçimizdeki en yeşil tutkununun görgüsü, mendil kadar apartman avlusuna kavak dikmeden ötesine geçemiyor. Halbuki şehir bir mahz"ı edebdir; hukuku, bir arada yaşamayı, hoşgörüyü, bizim gibi olmayanlara tahammülü, insan ilişkilerinde nezaketi, haklara saygıyı evde değil "şehir" denilen irfan fırınlarında pişerek öğreniyoruz. Doğru kurulmuş bir şehir, bize bütün iyi niteliklerin pratiğini sunar. Kötü kurulan, beceriksizce işletilen, göz yumarak yönetilen şehirlerin pratiğinde yetişmiş nesillerin meselâ politikadan anladıkları, "Güvercin kurdu yiyemez; kurt da güvercinin peşinden uçamaz" kabilinden naifliklerdir: Şu buluştaki inceliğe, zarafete ve kültür derinliğine şöyle bir bakar mısınız?

Biz yıllarca "köylülük"ten şikâyet ettik, şehir kurma bilgisini unutturdukları için köylülere öfkelendik; ama "köylülük" kategorisinin şehir hayatı ve medenî birikim üzerinde "tersinden de olsa" bu kadar dominant bir tesir yapamayacağını ihmâl ettik galiba. Bodrum sahillerinin yamaçlarını, Muğla'nın köylüleri tıraşlamadı; Marmara sahillerini Sakarya'nın köylüleri sanayi kuruluşlarına açmadı, İzmir Körfezi'ni Seferihisarlılar mahvetmedi. Burada yanıldık ve acele ettik; şimdi doğru teşhis için daha etraflı düşünmek gerekiyor.