Kristof Kolomb'un yumurtası: Kürt meselesi

Vaktiyle, "yumurtayı dayanak olmaksızın kim dik durdurabilir" diye bir sual atılmış ortaya. Kim denediyse başaramamış. Kristof Kolomb'un, "ben yaparım" dediği rivayet olunur. Kolomb, yumurtanın dibini zemine hızla vurarak dik durdurmuş ve gururla "işte oldu" demiş.

"Olmadı ki, yumurtayı kırdın" diye itiraz edenlere Kolomb mutlaka, "oldu oldu; siz yumurtayı dik durdurmaktan bahsediyordunuz; sonuçta yumurta dik duruyor işte" diye cevap vermiş olmalı.

Kürt meselesi sonunda yumurtayı dik durdurma problemine döndü. Hangi yol denenirse denensin, öyle görünüyor ki bulunacak çözüm kimseyi memnun etmeyecek.

Hakikaten öyle mi? Sâkin ve önyargısız düşünmekte fayda var: Bir kere de, "Olayları değiştiremiyorsanız, bakış açınızı değiştirmelisiniz" diyen adama kulak kesilmekte fayda olabilir. Nedir o? Şudur:

"Kürt meselesinde çözüm" kavramını anlamlı bir bütün kabul ettiğimizde, zihnî kapasitemiz ne derecede ise bütün kuvvelerimizi şu iki sabit unsura yöneltiyoruz: Bir Kürt meselesi vardır ve bunu çözmek gerekir!

İşte tam burada bakış açımızı değiştirmeyi deneyebiliriz: Türkiye'de bir Kürt meselesi, daha doğrusu Kürt realitesi vardır ama ortada çözülecek bir problem yoktur; daha doğrusu fark edemediğimiz gerçek, fiilen çözümün içinde yaşamakta olduğumuzdur.

Yaşadığımız olgular fiilen ve bizzat çözümün tâ kendisidir. Nedir o?

- Sayısını kesin olarak bilmediğimiz 10 ilâ 20 milyon arasında bir nüfusa sahip Türkiye Kürtleri'nin sayı ve nitelik itibariyle ağırlıklı kesimi artık Güneydoğu'da değil, Türkiye'nin her yerinde, özellikle büyük şehirlerde yaşamaktadır. Öyleyse "çözüm" coğrafi veya mahallî ekseninden uzaklaşmıştır. Kürtlerin Türkiye coğrafyası'na homojen dağılımı çözümün muhtemel değil, mümkün ve vârid olduğu gösteriyor zaten!

- Türkiye'nin Kürtleri, sadece bölge itibariyle değil sektör ve fırsat eşitliği itibariyle de Türkiye'nin Türkleri'nden veya diğer unsurlardan farklı değildir: Memur, işçi veya sanatkâr, bankacı, sanayici, siyasetçi veya gazeteci, diplomat, parlamenter, asker veya bürokrat, her ne ise Türkiye'de kimse bazı mesleklerin veya sektörlerin bazı vatandaşlara açık, diğerlerine kapalı olduğunu ileri süremez. Eğer çözüm arıyorsak, muhtemel çözümün en ideal şekillerinden biri de bu olmayacak mıydı?

- Sebepleri haklı veya haksız, fark etmez; Kürtler XX. yüzyılın ilk çeyreğinden beri devlet güçlerine karşı geniş çaplı isyan ve direniş eylemlerine giriştiler; bu eylemlerde adı isyancı veya asker, binlerce delikanlı öldü; hâlâ ölüyor ve buna rağmen iki unsur arasında kan davasını andırır, rövanşist duygular yükselmedi. Siyasi mesele mahalle arasına, sokak köşesine sirâyet etmedi. Türkler ve Kürtler birbirleriyle hâlâ akrabalık kuruyorlar. İşte bu zaten yaşadığımız çözümün en belirgin göstergesidir.

Biz çözümü yaşıyoruz fakat bu noktai nazarın, konuya Kürt nokta-i nazarından bakanları tatmin etmeyeceğini, hatta sinirlendireceğini de biliyorum; onlar konuya başka türlü yaklaşıyor ve farklı şeyler söyleyerek sözü hep talepler listesine bağlıyorlar.

TALEP LİSTESİ

"Hangi talepler kabul edilirse, bu mesele halledilmiş olur?" sualine Kürt sözcüleri, sınırları pek kesinleşmemiş bir listeyle cevap veriyorlar ki bunları başlıca iki ana grupta toplamak mümkün: İlki Güneydoğu'nun geri kalmışlığına (hattâ geri bıraktırılmışlığına) son verilmesi, ikincisi ise anayasaya nakşolunmak kaydıyla demokratik ve kültürel hakların kabulü. Kürtler bu iki ana talep konusunda husûmete yakın bir kararlılıkla ihmâl ve mağdur edildiklerini, hak gaspına uğradıklarını düşünüyorlar. Her ne kadar Kürtler tarafından tatminkâr bulunmayıp "göz boyayıcı" diye nitelense de demokratik ve kültürel haklar konusunda devletin bazı adımlar attığı, bazı hususlarda çekingen davrandığı gerçeği ile karşı karşıyayız.

Güneydoğu'nun geri kalmışlığı meselesi ise, reel boyutundan koparak doğruluğu ve değişmezliği hakkında düpedüz mistik inanç beslenen bir aksiyom hâline gelmiş durumda; nitekim Zaman Gazetesi yazarlarından Bejan Matur, bu psikolojiyi şöyle ifade ediyor:

"[Başbakan] Her ne kadar bölgede yaptığı mitinglerde kalkınmadan, kardeşlikten söz ediyorsa da, [Kürtler] bölgenin yegâne meselesi kalkınma değil ki diyorlar. Bölgenin, Kürtlerin asıl sorunu kimlik eksenli ve kimlikten doğan hakları tanınmadığı sürece, bir İsviçre de yaratsanız hoşnutsuzluk devam edecektir." (Zaman, 4 Kasım 2008)

Böylece Kürt meselesi, herhangi bir şekilde tatmini mümkün olmayan, yatıştırılamayan ve sonu gelmesi mümkün olmayan, müteselsil bir hoşnutsuzluğun genel ismi hâline gelmeye başlıyor. Kimlik ve geri bıraktırılmışlık itirazları, dünyanın her yerinde, herkes için geçerli olabilecek soyut ve amorf bir mahiyet taşıyor ve iş bu noktadan sonra devr-i daim makinesi gibi kendini besleyerek büyüme ve devam etme istidadı gösteriyor. Çünkü Kürt talepleri sadece demokratik platformlarda, meşru zeminlerde seslendirilmiyor; öte taraftan silahlı ve kanlı eylemlerle de destekleniyor. Kürt talepleriyle silahlı eylemler arasında da karşılıklı olarak birbirini besleme ilişkisi sürüp gidiyor. Delikanlılar ölüyor ve her ölüm haberi, çözümün fark edilmesini engelleyip karartıyor. Bu kaos ortamında elbette iyi niyetli ve mutedil görüşler de temsil imkânını kaybediyor.

Diyalog, diplomasi veya empati; bu gibi barışçı araçları geriye iten, daha önemlisi içinde yaşadığımız çözümü görünmez hâle getiren ve hepimizi çözüm hakkında karamsarlığa iten temel sebep, Abraham Maslow'un dediği gibi bu, her problemi çivi gibi görmeye başlayanların tek boyutluluğu olsa gerektir; çünkü onların sahip olduğu yegâne araç bir çekiçtir. Çekiç, yani şiddet. Bir raddeden sonra şiddet, bir çatışmayı engellemeye yetebilir fakat gerçek sulh ve sükûnete zemin olmaz. Kürt meselesini dağda silahla sürdürüp düzde diyalog ve çözüm imkânları arayanlar, çözümü öldürüyorlar. Silahlı şiddet, Kürtlere, hak edilmiş ve mutlu bir gelecek temin etmeyecektir.

Taşrada, "tavuk elde telek aramak" diye bir tabir vardır; şimdiki hâlin sunduğu çözümün kıymeti bilinmelidir, çözüm uzakta değil, elimizin altında ve hepimiz sahip olduğumuz nimetin kadrini bilmeliyiz.


Kaynak (Arşiv)