Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ayıptır söylemesi sevgili okuyucularım, internetin bir kenarında "Beylikdüzü'ne kar yağıyor; işte ilk görüntülerin videosu" diye bir yazı görünce sağ elimle pencerenin perdesini aralarken, sol elimle de videoyu çalıştıran butonu tıklamaya uğraştım; elbette ikisinden de müsbet bir netice alamadım çünkü -yine ayıptır söylemesi- bendeniz, merdiven çıkarken ıslık çalabilecek kadar hünerli biri olamadım hiçbir zaman.

Sinir uzmanları, eski tâbirle "rûhiyatçılar", bu melekenin beynin sağ lobuyla sol lobu arasındaki ittiratsızlıktan kaynaklanabileceğini söylüyorlar, bizler de "zâhir öyledir" diye boyun büküyoruz. Aynı anda iki işi birden yapabilmek sağlık alâmeti midir; ikisini de eline-yüzüne bulaştırmak tedavi olmayı mı gerektirir, hâlâ kesin bir fikrim yok. Doktorlar, modacılar gibi yeni zamanlara göre yeni yeni konseptler, yeni yeni trendler "lanse" ediyorlar;

-Bu yıl yağlı tohumlu bitkilerden uzak durun, fındık zinhar yasak, kilo problemi olanlar cevize yaklaşmasın!

"Cevizi, fındığı kim buluyor da yemiyor?" diye düşünceye daladuralım yeni akım bu defa tam 180 derece ters taraftan vurup aklımızı başımızdan alıyor:

-Ceviz yiyin; hem de acımadan. O kadar şifalı ki, kolesterolün canına okuyor. Yağında kırk iki türlü enzim, kabuğunda yetmiş beş çeşit vitamin, suyunda seksen çeşit protein bulundu!

-Yumurta yasak demiştik ya!.. Hah, artık yasak değil, yiyebilirsiniz; üstelik çok faydalı, günde iki tane birden götürün, hiç çekinmeyin!

...

Efendim bunları kafadan atarak yazıyorum; doğru mudur, değil midir bilemem. Bize vaktiyle büyüklerimiz, "Herşeyden yiyin, tadını kaçırmayın; kararında kalmayan, aşırıya varan herşey zararlıdır." derlerdi. Ben bugüne kadar bundan daha yararlı ve doğru bir sağlık öğüdü görmedim.

Neyse konuya gelelim şimdi...


Beylikdüzü'ne yağdığı ileri sürülen kar videosundan bahsediyorduk; neticede pencereyle uğraşmayı bırakıp videoyu çalıştırmayı başardım ve o dakika burnumun direği sızlamaya başladı.

Hayır soğuktan değil; kar hasretinden.

İstanbul'da bu ikinci kışımız sayılır; daha tek zerre kar düştüğünü görmüş değiliz. Vakıa geçen sene Çamlıca civarlarında yüksek yerlere biraz serpip geçtiğini söylediler, ben söyleyenlerin yalancısıyım; belki ara sıra sulusepken cinsinden şeyler de atıştırmıyor değildir fakat bizim o caanım karlar nerede, bu vızıltı cinsinden çiseltiler nedir yani?

İnanmayacaksınız, bizim oralarda şöyle ağız tadıyla "kar yağmış" diyebilmek için en az yirmi-yirmibeş santim kalınlığa ulaşması lâzımdır. Ancak ve ancak yarım metreyi aşınca yaşlılar, "Eh bu sene fena yağmadı; iyi oldu, mikropları kırar; ekinler de bereketli olur." diye bilgiç bilgiç konuşmaya tenezzül ederler.

Yağdıktan birkaç saat sonra eriyip sulara karışıveren karları, kardan saymazlar, "kulak asmayınız" mânâsına kısaca,

-Kulaasma! der geçerler. Ardından, "Kış kışlığını, kuş kuşluğunu bilecek birader." diye konuşup mânidar mânidar başlarını sallarlar.

Buradan da anlaşılacağı üzre İstanbul denilen bu garip yerleşim yerinde ne kışlar kışlığını, ne de kuşlar kuşluğunu bilebilmektedir.

Tevekkeli vaktiyle biz taşralılar "flaş flaş flaş" çığlıkları eşliğinde verilen "İstanbul'a kar yağışı geliyor; yılın ilk karı yağdı." haberlerini dinlerken "Bunlar hepten kafayı mı üşüttü nedir, kar yağıyor diye haber olur mu yahu?" diye taaccüb ederdik; hele hele ilkokul çocuklarının (veya kazık kadar heriflerin, bıyıklı sakallı adamların, kocaman kocaman ablaların teyzelerin) parkalara koşuşturup plastik çamaşır leğenleriyle, olmadı kocaman poşetlerle iki milimetrelik kar tabakasının üstünde kaymaya kalkıştıklarını seyredince gülme krizlerine tutulur,

-N'oolacak görmemişin oğlu olmuş... diye dalgamızı geçerdik.

Büyük konuşmuşuz, başımıza geldi işte; kıssadan hisse, siz siz olun kimsenin karıyla, yağmuruyla, sisiyle, bulutuyla dalga geçmeyin.


Beylikdüzü'ne kar yağıyor haberini okuyunca, "Tamamdır, yarım saat sonra Üsküdar'a da attırmaya başlar." diye boşuna köşe olmuşum; ne gelen oldu ne giden. Rüzgârlı hava, bulutları dağıttı; hava ayaza çekti. Canım sıkıldı.

Eskiden öyle miydi yahu? Kar yağışı başlayınca neşeyle odunluklara seğirtir, çatının mertekleri arasına asılmış kel-topal kızaklarımızı aşağıya indirip pas tutmuş çeliklerini külle oğuşturarak "açardık"; sonra ver elini inişli yokuşlu sokaklar. Acemiler düzde vakit geçirmeye çalışır, ustalar ise kızak elde yokuş aşağı koşarak hızlanır ve aniden kızağı yere koyarak üstüne yerleşip "mıhlama" yaparlardı.

Ben hiç usta bir kızakçı olmadım, mıhlama yapmışlığım yoktur pek. Zaten doğru dürüst kızağımız da olmadı. Her çocuğa bir kızak görülmüş, işitilmiş şeylerden değildi ki...

Parmak uçlarımız ve ayak parmaklarımız donmaya yüz tutup hissizleşmeye başladığında bile evin yolunu hatırlamazdık; öyle çılgın bir neş'e, öyle kıpırtılı, capcanlı bir kar coşkusu. Nasıl bir şey? Bugün ana-babasıyla, bilumum bilimsel kayak ekipmanı ve sair takım-taklavatla kış tatilinde Uludağ'a giden çocuklara zannetmem ki o keyfin yüzde biri uğrayabilmiş olsun...

Bir de yoldan geçen gariplere oynadığımız zalim bir oyun vardı kı, hatırladıkça hâlâ mahcubiyetten yüzüme ateş basar.

Şöyle izah edeyim; herkes avlusundaki bacasındaki birikmiş karları mahallenin daracık sokağının orta yerine kürelediği için yollar, yetmiş-seksen kalınlığında çiğnenmiş ve sıkışmış karla örtülmüş olurdu. İşte biz zalim çocuklar, yayaların en çok geçtiği yerlerden birine bir kova gömülecek derinlikte ufak bir kuyu kazar, içine su dolu bir kovayı yerleştirdikten sonra üstünü ince bir kar tabakasıyla kapatır ve nihayet herbirimiz bir tarafa sinerek o talihsiz adamı beklemeye başlardık.

Vee, gümm! Bu, o kadar dramatik ve zalim bir eşek şakasıydı ki sonucu görüp katıla katıla gülmeye ve onca emeğin (!) karşılığını derlemeye bile cesaret bulamadan, dizine kadar buz gibi suyun içine batıp yerlere yuvarlanmış adama farkedilmeden kaçardık oralardan.

Çocuklar zalimdir biraz; biz de öyleydik.


Yazıya başlayalı neredeyse üç-dört saat oldu; hâlâ pencere kenarındayım ve Beylikdüzü'ne yağdığı iddia olunan kar hâlâ ufukta görülmüyor. Tecrübeli İstanbullular, "Aman yağmasın." diyorlar, "Sen ciddî bir kar yağışında İstanbul'un nasıl kaskatı kesildiğini görmedin daha!" Haklılar galiba.

Ben de bilgisayar arşivimi açar, 2007 kışının o unutulmaz ve tadına doyulmaz kar gecelerinden birinde çektiğim videolardan birini seyrederim öyleyse...


Bir hafta tehirle Hicri yeni yılınızı, birkaç gün evvelden miladi yeni yılınızı tebrik ederim efendim. Hayırlar getirsin cümlemize inşallah!