Kural böyledir: Dayağı aracı yer!

Lâfı yormadan aklımdakini söyleyim: Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in yerinde olsaydım, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün "Meclis'te cemevi açılsın" talebini istihâreye yatıp topu Diyanet'e aktardıktan iki ay sonra reddetmek yerine, kestirmeden "Hayhaay" der Gordion'un düğümünü çözerdim.

Sebebi açık: TBMM Kampüsü içinde bir cami var; öyle kıyıya köşeye sıkıştırılmış, depo veya arşiv odalarından tornistan edilmiş mescid filan değil, düpedüz cami. Vâkıa bu cami tâ 1957 yılında Meclis inşâ edilirken düşünülmüş, ancak 1987 yılında inşa edilebilmişti; mimarı, 2011'de kaybettiğimiz ünlü mimar Behruz Çinici'dir. Kubbesiz ve minaresiz tasarımı, arazinin tabii eğilimi içinde yarı yarıya kaybolmayı tercih ederek kütlesini mahcup bir nazarla radikal laikçi nazarlardan uzak tutmaya çalışan edâsı mimarlık mahfillerinde hemen dikkat çekmiş ve eser 1995'te Ağa Han ödülü kazanmıştır. Ağa Han ödülü ki, İslâm dünyasının mimarlık Nobelidir. Bu camîin, TBMM kampüsü içindeki yarı mahcup, yarı "Ben de varım" edâsı, Müslümanlığın Türkiye'de toplum ve devlet arasında arada kalmış sûretine esaslı bir göndermede bulunduğu için dikkat çekici olup bu fikir, bugünlerde Mimar Emre Arolat tarafından Büyükçekmece'de zeminin iyice altına çekilmiş bir başka cami projesi ile yeniden hayat bulmaktadır. Mimarlık dersine nihayet vermeden önce "Cami'nin içi mi daha fonksiyoneldir, yoksa dışının monumental heybeti mi?" konusunda yeni bir münazara başlığı açmamızın çok isabetli olacağını hatırlatmak isterim; mevzu kıtlığında bunalan haber kanallarına armağanım olsun!

Lâfı yine uzattık. Meclis'te câmi var, emsâldir; öyleyse -Ulemâ beyninde ihtilâf çoğ ise de- başkaca ibadet yerlerinin olmaması için içtüzükle, kanunla veya anayasayla ilgili bir sıkıntı yok demektir. Binaenaleyh Hüseyin Aygün'ün, "Meclis'te cemevi isteriz" talebine Meclis Başkanı'nın, Diyanet'ten aldığı fetvâ üzerine, "Alevilik İslam içi bir oluşumdur. İslam dininin ibadet yeri camidir" şeklinde bir itiraz geliştirerek olumsuz cevap vermesi hakkaniyete uygun görünmüyor ve bu hususa aydınlık kazandırmak için yeni bir komplo teorisi lâzım; şöyle ki:

Diyanetimizin Aleviliği tarif ve sınırlarını tahdid yetkisi, çok su götürür bir tartışma konusudur ve en azından bir kısım Alevileri çileden çıkaran bir meseledir. Hüseyin Aygün'ün ateşte kızdırarak Meclis Başkanlığı'nın avucuna bıraktığı teklif, Meclis'teki Alevi vekillerin ibadet ihtiyacına pratik çözüm getirmekten ziyade pekâlâ yeni anayasada Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeri konuşulurken hatırlanacak ibret verici bir hadise ihdâs etmek maksadına yönelik olabilir.

Hemen belirtmeliyim ki bu kızgın mesele etrafında en az taksîr, istemeden de olsa taraf haline getirilen Diyanet'tedir; bu gerçeği teslim etmeliyiz. DİB adına kim olsa, buna benzer bir resmî cevap üretmek zorunda kalacaktı. Gerek Hüseyin Aygün "Meclis'e cemevi isteriz" talebinde bulunurken ve gerekse Meclis Başkanı topu ustalıkla Diyanet'e aktarırken böyle bir cevapla karşılaşacaklarını gayet iyi hesaplayacak derecede zekî insanlardır. Cevap kaçınılmazdır ancak çelişki de aynı derecede kaçınılmazdır. Red cevabından kırgınlık veya öfke duyması beklenen Alevi kitlesinin hayal kırıklığı ise hiçbir politikacının görmezden gelemeyeceği bir tepki olduğuna göre, DİB niçin bu muhâtaralı mevzûda, Çevgân topu muamelesine maruz bırakılmış olabilir?

Komplo teorisinin can alıcı noktası budur: Benim görüşüm, çelişkinin bir kere daha göz önüne getirilip altını kuvvetle çizmek sûretiyle Diyanet teşkilatına yeni anayasa metninde yer verilmeyeceği veya şimdiye göre hayli zayıflatılmış ve fonksiyonu budanmış bir mevzide bırakılacağı şeklindedir. Mâlum kaziyyedir ki, insanları doğrudan gömleklerini çıkarmaları hakkında tek tek iknâ etmek yerine odayı ısıtmak daha politik ve pratik bir yaklaşım biçimi teşkil edebilir.

"Çok kötüsün, olmadık şeylerden olmadık mânâ çıkarıyorsun" diye bana ta'nedeceklere derim ki, "İçinizde en temiz niyetli olan bana bu fiske taşını fırlatsın!"


Kaynak (Arşiv)