Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Avrupa tarihinde Kilise, sadece devlet tarafından değil, Kilise hiyerarşisinin dışında kalan bütün kuvvetlerin de desteğiyle gündelik hayatın kıyısına sürüldü ve bir sivil toplum örgütü muamelesi ile izole edildi; bu süreç üç dört asır devam etti, hikâyesi uzundur.

Bizim laiklik yorumumuz, o üç dört asırlık tasfiye sürecinin neticesini kopyalamıştır. Ama sosyal süreçler bugünden geriye doğru işlemiyor; biz laikliği benimserken İslâm'a bir nevi Kilise muamelesi yaptık; geçmişimizde olmayan Rönesanslar, Reformasyon hareketleri, Hümanizma çığırları aradık ve bulamayınca devlet eliyle icat etmeye kalkıştık; geriye yer yer hazin, bazen gülünç tarih anekdotları kaldı.

Bir de "din"i hayatlarında nereye koyacağını bir türlü tayin edemeyen okur-yazarlar, bürokratlar vesaire.

Bir "ulema" lafı üzerine bu kadar bıdı-bıdı yapılmaz; söyleyen sürçüyor ve sonradan te'vil ediyor ama kötüye yormak isteyenlerin niçin bu kadar kerrât ile sürçtüğünü, yukarıdaki tabloyu anlamadan izah edemezsiniz. Dini kavramlar söz konusu olduğunda sistematik tarzda sürçmeye başlayanların teşkil ettiği olgu sıhhat alâmeti değildir. Bunca bıdı-bıdıyı hakikaten laiklik doktrinine gönülden bağlı olduğu için yaptıklarına inansak mesele kalmayacak; Seküler dünya görüşüne ne derece samimiyetle bağlı olduklarını asla kanaat getiremezsiniz; kendilerini çıkmazda hissettiklerinde ninelerinin folklorik yemeni bağlama tarzına ilticâ etmeleri tutarsızlıktır meselâ.

Görünür alâmetlerini nasıl niteleyeceğiz; dine muhalif olmak (Ateizm) felsefi bir tutumdur; Gnostik, Deist olmak da öyle. Kendisini samimiyetle böyle niteleyene ben rastlamadım. Bu garip hali "dine eğreti kalmak" diye tarif edebiliriz belki. Esasen herhangi bir "dünya görüşü" eksenine bağlı olamamak zaafıyla mâlul görünürler (ve ne yazık ki zaaf, sadece Laikçilere mahsus değildir); bu bir cesaretsizlik ama daha doğrusu vukufsuzluk hâlidir. Bu hâlin adı Laiklik filan değil. Ne demek laiklik sorusuna verdikleri birbirini tutmaz "dinle dünya işlerinin ayrılması" cevabından bellidir bu; bu tarif tek tek fertleri ihâta etmez, edemez ama bizde kendini böyle târif edenler, karşılaştıkları her dini kavram ve olgudan rahatsızlık duyduklarını da gizleyemezler. Onlar nazarında mâsum ve meşrû dini eylem yoktur; meğer ki hiç görünür hale gelmemiş olsun.

Yazarın biri, Başbakan'ın Ulema sürçmesini eleştirmek için bazı Kur'an âyetlerinin AİHM'nin hukuk felsefesine ters düştüğünü savunacak kadar kaptırmış kendini. "Peki üstad, ne yapalım öyleyse; Kur'an'ı artık mülgâ mı sayalım?" diye sorsanız "hay hay, geciktik bile" cevabı verir mi; sanmıyorum. Anlatmak istediğim eğretilik hâli bu işte.

Adamın biri rüya görüp başbakanlığa mektup yazmış, onlar Milli Eğitim'e, MEB de YÖK'e havale etmiş. Çivisi çıkmamış bir ülkede gülünüp geçilir ama on gündür temcid pilavı gibi ısıtıp duruyorlar. YÖK Başkanı da böyle bir "muz orta"yı ıskalamamış, "eşi görülmemiş vahim durum" tesbitinden sonra Bakanlığı devlet ciddiyeti takınmaya davet ediyor. Şekil itibarıyla haklıdır lakin süreç, baştan sona çivisi çıkmış bir manzara sergiliyor. Bu arada İslâmî kavramlarla istihzâ eden edene...

İslâmî kavramlarla dalga geçmeyi beceremiyorsunuz çünkü o dünyayı içeriden okuyabilecek donanımınız yok. Öyleyse en azından adam gibi Agnostik, Deist, Ateist veya Pozitivist olunuz ve gereğini yerine getiriniz; çünkü yarım-yamalak yaklaşımlarınız İslâmî Radikalizmi köpürtmekten başka işe yaramıyor.

Bunca gayretiniz sadece bu sebepten ötürü mü yoksa?