Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Biliyor muydunuz?" başlığı altında kitap dünyasına dair ilgi çekici bilgiler sunan Kitaphaber Dergisi, dünya üzerinde en çok okunan kitabın Kur'an-ı Kerim olduğunu belirtmiş; bu bilginin doğruluğundan şüphe etmiyorum; Kur'an dünyanın en çok okunan ve en az anlaşılan kitabı. Gurur okşayıcı ve zelil bir hakikatle karşı karşıyayız; Kur'an okumalarının büyük çoğunlukla ayet metinlerinin manasını ihmal ederek, adeta ıskalayarak gerçekleştirildiğini biliyoruz. O'nun çok okunan ama manasından haberdar olunmayan bir kitap hükmüne gelmesinin vebali bizimdir. Kur'an'ın Arap lisanıyla inmiş olması, günümüzde O'nun manasından bihaber kalmak için özür teşkil etmiyor, dileyen herkes sıradan bir kitap fiyatına bir veya birkaç meal edinebilir; mealle yetinmenin yanıltıcı sonuçlar doğurabileceğinden endişe eden herkes orta halli bir kasetçalar fiyatına birkaç tefsire sahip olabilir veya eşinden dostundan emanet almak, kütüphanelerden istifade etmek kaydıyla Kur'an'ın muhtevası ile temasa geçebilir. Bahane yok; ama üşengeçlik ve meraksızlık kat'i!

İbadetlerin Türk diliyle yapılması meselesi, zoraki bir tarzla da olsa yeniden gündeme geldi. Konuyu köpürtmek niyetinde değilim, bugüne kadar takib edilen yol esasen aklın yoludur. Ezanı Türkçe okutmaya kalkışmak hezeyandır, cemaatla icra olunan namazda sureleri Türkçe kıraat etmek gereksizdir; Türkiye bu istasyonları "tek parti" devrinde geçti ve mesele kapandı. Ama ihmal edilmemesi gereken bir hakikat var; Kur'an'ın manasından uzak kalmak ise intihardır.

İman, dil ile ikrar, kalb ile tasdik ise neyi tasdik ve ikrar ettiğimizi bilmek de kendiliğinden imanın rüknü olur. Anlamak ve düşünmek ibadet derecesinde ödüllendirilmiş ve teşvik edilmiş bir din faaliyetidir ve Kur'an mükerrer ayetlerinde entelektüel faaliyeti neredeyse farz-ı ayın derecesinde emrediyor. Entelektüel merakı kamçılamak için çok dikkate değer ipuçları verdikten sonra tahkik ve düşünmeyi öğütlüyor. Bu kabil faaliyetler sadece "ulema"ya değil, bütün inananlara yönelmiştir. Kitab'ı Arapça metninden ve hiçbir tefekkür çentiğine takılmaksızın okuyup geçmenin bir ihtiram ifadesi olduğuna şüphe yok; ama mana akla ve kalbe nüfuz etmedikçe biz kitaptan fiilen kopmuş ve O'nu kendimizden uzaklaştırmış oluyoruz. Bu aşikar bir "nefse zulüm" vak'asıdır.

Sureta buna benzer endişelerle ibadet dilinin Türkçeleşmesini savunanlarla aramızda mühim bir fark var; onlar Arapça'nın milli bünyeye zararlı bir kültür yayılmasının vasıtası olduğunu zannediyorlar. Halbuki bin yıllık tecrübemiz, "Arapça"dan ziyade "Kur'an'ca" diye bir vakıa ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Arap kültürü, örfü ve hatta lisanı -çok tabii olarak- Kur'an'ın ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'in aziz hatırasının muazzam önemi karşısında milli kültür ve şahsiyeti tehdit edebilecek bir unsur teşkil edememiştir. Türk milleti için Arapça, Arapların milli lisanı olmazdan evvel, vahyin lisanıdır ve sırf onun için çok aziz ve mu'teber sayılmıştır. Kur'an'ı göz göre göre ihmal ederek Arapça'yı sadece bir kavmin lisanı imiş gibi telakki etmek hatadır; çünkü Kur'an'ı anlamak için Arapça daima vazgeçilmez bir önem taşıyacaktır. Bu, herkesin Arapça öğrenmesi gerektiği anlamına gelmiyor elbette; ama Kur'an'la irtibat kurmak için Arap lisanı daima vazgeçilmez kalacaktır.

Bin yıllık hikayemiz bize bu konuda eşsiz tecrübeler kazandırdı: Kur'an, Türkçeyi kanatlandırdı ve Kur'an'ın ana kavramlarını, fiillerini, tabirlerini ve kültürünü hayranlık uyandıracak bir marifetle Türkçe'ye taşıyan ecdadımız kendi dillerini beynelmilel ve beynelislam çapta bir kemal derecesine ulaştırdılar. Dil ırkçılarının Türkçe'den kovmaya çalıştıkları şey Arapça'dan ibaret değildi; onlar Türkçe'deki Kur'ani kültür ve muhtevayı kazımaya kararlı idiler; Türkçe'nin bünyesindeki Kur'an muhtevası sökülünce geriye doğru dürüst şiir bile yazılamayan, deruni bir fikri ifade etmekte kısır bir lisan kaldı. İşbu kara-kuru lisanla yapılan tercümelerdeki sefaleti i'zan ve idrak sahibi herkes görüyor ve yeriniyor; bu lisanla doğru-dürüst ilmi makale kaleme alınamıyor; çünkü Kur'an kavramları ve onun etrafına teşekkül ettikten sonra Türkçeye sinen rayha uçup gittikten sonra kelimeler başıboş, cümleler inzibatsız, çünkü "Arapçadır" endişesiyle ve adeta istihkarla Türkçe'den kovduğumuz Kur'an kelimeleri bizim en temelli haberleşme esaslarımızdı. "Öz" dil inşa etmek uğruna neyi feda ettiğimizin hala farkında değiliz; Türkçe'nin bünyesine harikulade bir fonksiyonellik kazandırılarak yerleşmiş Kur'an mahreçli kelimelere en azından Moğolca'ya gösterdiğimiz itibarı çok gördük.

İbadet dilinin Türkçeleşmesini savunanlar, ibadet dilinin vaktiyle "anlaşılır" irtifaa yükseldiğini bilmezden geliyorlar; bu işin şampiyonluğunu yapan şahıs, akıntıya kürek çekeceğine ahir ömründe evvela bir daha kullanılamaz hale getirdiği tarih vesikalarının hesabını vermekle geçirse daha faydalı bir iş yapmış olur.