Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İsrail Devleti, Ortadoğu'nun tam orta yerinde, çevresindeki bütün barış ümit ve gayretlerini zehirleyen, akamete uğratan son derece dikkat çekici bir siyasi gerçeklik olarak varlığını sürdürüyor. Bilindiği gibi binlerce yıl boyunca dünyanın dört tarafında bir sürgün hayatı yaşadıktan sonra II. Dünya Savaşı ertesinde şimdiki yerine zorlamayla kurulan İsrail Devleti, vaktiyle İngiltere'nin, bugünlerde ise ABD'nin açık destek ve himâyesiyle -ve zorla- ayakta duruyor; işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmeyi ve Filistin hükümetini tanımayı fiilen reddediyor. Son on sene içinde ABD'nin Irak-Kuveyt Savaşı'nı bahane ederek bölgeye yerleşmesi nihayetinde Irak'ı tamamen işgal ederek bu ülkeyi kardeş kavgasına sürüklemesinin arka plandaki en güçlü sebebi, bölgede İsrail'i kuşatan nefret dalgasına karşı İsrail'in kendini yalnız hissetmemesidir.

İsrailoğulları, bir kavim olarak Kur'an'da en çok zikredilen, haklarında en çok malumat verilen ve nitelenen topluluktur. İsrailoğulları'nın Kur'an âyetlerine göre ve bu âyetlerde zikredilen kıssalara göre hikâyesi özetle şöyledir: Kenan diyarındaki kıtlık üzerine Mısır'a hicret eden Yahudiler daha sonraları Firavunlar tarafından köleleştirildiler. Kur'an-ı Kerim'de pek çok detayı ile anlatılan Beni İsrail kıssaları genellikle Hazreti Musa'nın kavmini Mısır'daki kölelik hayatından kurtarma gayreti esnasında karşılaştığı zorluklardan bahsetmektedir. Hazreti Musa İsrailoğulları'nı vadettiği üzre yeniden Kenan diyarına götürmüş ama daha sonra kendi kralları tarafından yönetilen İsrailoğulları, Hazreti Davud'un krallığının akabinde ihtilafa düşerek dinî ve siyasî açıdan zaafa uğramış, Babilliler tarafından işgal edilmişlerdi. Böylece İsrailoğulları yeniden esarete düştüler, tâ ki yeniden devlet haline getirildikleri 1948 yılına kadar.

Genel hatlarıyla bildiğimiz bu hikâyenin özellikle Hazreti Musa, Süleyman ve Davud Peygamber dönemindeki ayrıntılarını Kur'an'ın şehâdeti ile daha yakından biliyoruz; bu dönemde İsrailoğulları'nın kendilerine gönderilen peygamberlere karşı tavrı çok karakteristiktir: İsrailoğulları, peygamberlerini defalarca tekzib edip haklarında şüphe göstererek onlardan kendilerini Allah'ın elçisi oldukları yolunda ikna etmelerini isterler. Gösterdikleri şüphe ve tereddüdler her defasında büyük mucizelerle giderilir ve Peygamberlerini izlerlerse her nevi kurtuluşa erişecekleri vaad edilir. Buna rağmen İsrailoğulları, rahata eriştiklerini düşündükleri her yerde ve anda peygamberleri hakkında yeniden şüphe izhar ederek yeni mucizeler taleb ederler.

Peygamberlerini sınamadan geçirmek ve her defasında onu tekzib eden, Kur'an'a göre İsrailoğulları'nın karakterlerine sinmiş, nesebî bir haslet gibi görünmektedir: "Hani siz, "Ey Mûsâ! Biz Allah'ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız" demiştiniz. (Bakara; 55) Bu yüzden Allah, onları uyarır, cezalandırır.

Bu kötü alışkanlığın en ayrıntılı misâli, Hazreti Musa'nın kavmini (yani İsrailoğulları'nı) Mısır'dan çıkarması hadisesidir. İsrailoğulları'nı Kızıldeniz kıyısına kadar götüren Hazreti Musa'yı takib eden Firavun ve askerleri, Kızıldeniz'in bir büyük mucize ile yarılıp ikiye bölünmesinden sonra Hazreti Musa'yı takibden vazgeçmeyince Kızıldeniz üzerlerine kapanır; Hz. Musa ve kavmi kurtulurken Firavun ve avânesi helâk olur. Karşı kıyıda artık Firavun tehlikesinden kurtulan İsrailoğulları yine tipik davranışlarını sergilemeye başlarlar:

"İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, 'Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilahları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilah yapsana' dediler. Mûsa şöyle dedi: "Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz." (Araf; 138). Nitekim kendisine gönderilen vahyi almak üzere Tûr Dağı'na çıkan Hazreti Musa, dönüşte kavmini bir altın buzağı (Bakara) yaparak ona tapınırken bulur ve çok öfkelenir: "Mûsâ'dan, bundan daha büyüğünü istemişler ve "Allah'ı bize açıkça göster." demişlerdi. Böylece zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra kendilerine apaçık deliller gelmesinin ardından (tuttular) buzağıyı tanrı edindiler. Biz bunu da affettik ve Mûsâ'ya apaçık bir güç ve yetki verdik. (Nisâ;153)

Sonra İsrail kavmi, Hz. Musa'yı kendilerini getirdiği çölden şikâyet ederek Rabbinden kendilerine yiyecek göndermesi için yeniden isbata davet ederler. Bunun üzerine gökten sofra (Maide) indirilmişti. Bunun üzere İsrailoğulları'nın yeni talebi çok ilginçtir:

"Hani, 'Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O halde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin' demiştiniz. O da size, 'İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var' demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah'ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların Allah'ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı. (Bakara; 61)

Biz Müslümanlar Kur'an-ı Kerim'in getirdiği haberi ezeli ve ebedi geçerliğe sahip Allah kelâmı olarak tanıyoruz; o halde 'kitab'ın İsrailoğulları hakkında verdiği hüküm ve haberlerin zaman ve mekândan müstakil bir geçerliğe sahip olmasına şekk yoktur. Bu noktada bize düşen vazife güvenilir tefsir ve meâlleri ele alarak Kur'an'da geçen İsrailoğulları ile yaşayan torunlarının hikâyelerini karşılaştırıp farklı ve yeni bir mânâ yüksekliğine kavuşmak, bugün olup bitenlerle dün olup bitenler arasında ne gibi illiyet bağları bulunduğunu derinden derine tefekkür ve teemmül etmektir.

Bugün İsrail, zorla yerleştirildiği Ortadoğu coğrafyasında Müslüman komşularına ezâ ediyor ama kölelik ve esaretlerle dolu tarihlerinde İsrailoğulları, en sıcak muamele ve şefkati yine Müslümanlardan görmüştü; buna mukabil İsrailoğulları'na en büyük sıkıntı ve eziyeti yaşatan ise 20. yüzyılın ortasında, medenî Avrupa'nın tam göbeğinde yaşayan Batılı topluluklar oldu.

Ve son nükte; Kur'an bu neviiden tefekkür ve araştırma faaliyetlerini ibadetten sayıyor.