Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Seçimin en ilginç sonuçlarından biri, DTP’nin grup kuracak sayıda milletvekili çıkarmasına mukabil, Güneydoğu’da hükümet politikalarına duyulan güvenin net şekilde belirmiş olmasıydı. Sert siyaset taraflısı DTP’nin seçmenleri tarafından frenlenmesiyle birlikte yokluğa mahkum kılınmaması önemliydi ama meselelerin DTP gibi marjinalleşmeye her an âmâde bir siyasi kuruluş yerine doğrudan hükümet partisi tarafından çözülebileceğine duyulan güven de açıkça hissediliyordu. Bu ilginç bir terkipti ve Güneydoğulu seçmenler sandıkta çok dikkat çekici bir mesaj vermişlerdi.


Birkaç gün önce siyaset bilimcisi bir arkadaşımla bu meseleyi konuşuyorduk. İkimizin de ortak kanaati, Güneydoğu meselesinin bu dönemde muğlaklıktan sıyrılarak çözüme doğru netleşeceği idi. Bir şeyler olacaktı ama nasıl?

Bana göre DTP, kendisini bir ateşkes heyeti gibi takdimden vazgeçip Türkiye’nin merkezine yaklaşarak daha yapıcı ve olumlu bir çizgi tutturursa çözümde tarihi bir rol üstlenebilirdi fakat DTP sözcüleri hiç de o izlenimi doğrulamaya niyetli görünmüyorlardı; onlar daha ziyade barış ve iyi niyet dolu sözlerinin mürekkebi kurumadan Ankara’yı sinirden deliye çeviren sert çıkışlar yapıyor, ertesi gün yeniden ılımlı ve yatıştırıcı bir edâya bürünerek tam bir zihin karışıklığı yaratıyorlardı. Bu durum, DTP’nin tek merkezden yönetilmediğini, en azından çok başlı ve çatallı bir karar mekanizmasına sahip olduğunu gösteriyordu ve DTP’ye bağlanan iyimser beklentileri zayıflatıyordu.

Söz arasında arkadaşıma dedim ki, "Sen Başbakan’ın yerinde olsan; % 47’yle değil % 99 halk desteğiyle hükümet etsen ve Güneydoğu meselesini çözmeye kararlı olsan ne yaparsın, hangi politikaları uygularsın?"

Muhatabım hayli düşündü...

Dedi ki, "Sahi, DTP’liler ne istiyor, bu istekler bir türlü karşılanamıyor ki bu mesele çeyrek asırdır sürüp gidiyor?"


Meselenin püf noktası burası. Dünyanın her yerinde bu tip problemler, talep edilenle mümkün olan arasında bir noktada çözülür. Meselenin sürüncemede kalmasının bir ucunda dağdaki silahlı çetelerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı silahlı tehdidin sürdürülmesi, diğer yanda ise DTP gibi nisbeten ılımlı sözcülerle konunun demokratik platforma taşınması bulunuyor. Kısaca "sopa ve havuç"


"En iyisi, DTP’nin hangi taleplerde bulunduğunu kendi programlarından öğrenmek" diye düşündüm. DTP’nin web sitesinden parti programını indirerek taleplerini hangi noktada yoğunlaştırdığını araştırdım. Eksikler olabilir; yer darlığından ötürü özetliyorum:


"Ortadoğu’nun en eski topluluklarından biri olan Kürtler, yeni sistemde yerlerini bulamadılar; varlıkları, bölge devletleri tarafından inkar edildi. Bu yüzden Ortadoğu’nun demokratikleşmesi mümkün olmadı. Eğer Türkiye demokrasiyi çağdaş ölçülerde geliştirir, bunun için Kürt sorununu köklü ve kalıcı temelde demokratik çözüme ulaştırırsa Ortadoğu’da da demokratik gelişmeye öncülük edebilecektir. Bunun için DTP, sorunu daha da ağırlaştıran askerî çözüm yaklaşımının terk edilmesini, Kürtlerin varlığını ve kimliğini kabule dayalı, insan haklarının gereklerine uygun politika ve yaklaşımlar uygulanmasını, Kürt varlığı ve kimliğinin her düzeyde tanınarak, anayasal güvenceye kavuşturulmasını, yasal hak eşitlikleri için gerekli düzenlemeler yapılmasını, dil ve kültür haklarının yasal güvenceye kavuşturulmasını, Kürtçe’nin eğitim ve öğretim dili olarak kullanılmasını, insan hakları alanındaki eşitsizlik ve ayrımlar ortadan kaldırılıp, ihlaller kesin olarak sona erdirilerek geçmişteki insan hakları ihlalleri, işkence ve faili meçhul cinayetler soruşturulup sorumlularının yargılanmasını, silahlı çatışmaya girenler, mahkum olanlar ve bu yüzden yurtdışına kaçanlar da dahil bir kapsamlı af çıkarılmasını, köy koruculuğunun kaldırılarak mevcut korucuların başka yerlerde istihdamını, mecburi göçe maruz kalan nüfusun yerlerine dönerek zararlarının tazmin edilmesini, tüm ülkede ve bölgede sivil yönetimin üstün kılınmasını, bölgenin geri kalmışlığını aşmak için özel planlama yapılmasını ve uygulanmasını" talep etmektedir.


"Peki" dedi arkadaş; "diyelim ki devlet bu talepleri haklı gördü ve gereğini yerine getirdi. Mesele bitecek mi; şıp diye kesilecek mi?"

İkimiz de bu taleplerin nihai mahiyette olmadığını, her biri karşılandığında onu başkalarının takib edeceğini tahmin ediyorduk. Bugüne kadar devlet, -yeterli sayılmasa bile- önemli adımlar atmış, meseleyi çözmekte siyaset kullanılmasına soğuk bakmamıştı. Meseleyi karmaşıklaştıran asıl sebep istekler listesinin yere, zamana, kişiye ve duruma göre değişmesi ama asla eksilmemesi idi.


Güneydoğu veya "Kürt meselesi" olsun, meseleyi çözüme götürmek için şu anda en elverişli siyasi ortama ve konjonktüre sahip bulunuyor Türkiye. İyi niyetli, samimi adımlar çözümü son derece kolaylaştırabilir ama aşılması çok zor engellerin varlığı da görmezden gelinmemeli. Nedir onlar?

-Yukarda izah etmeye çalıştığım ‘gerçek talep listesi’nin bir türlü netliğe kavuşmaması; günü gelince tam bağımsız ve demokratik Büyük Kürdistan’dan dem vurulurken durum elvermediğinde kültürel haklardan bahsedilmesi; bu alanda vuzuhun ve açıklığın olmayışı,

-DTP’nin bütün Kürtleri temsil etmediği gibi, tek başına PKK’nın bile örtülü sözcülüğünü yapamayacak derecede karmaşık bir yapı sergilemesi; buna mukabil DTP ve PKK çizgisini benimsemeyen Kürtlerin siyasi anlamda sözcü ve örgütten mahrum kalışı, mevcut partiler üzerinden sınırlı ve kısıtlı miktarda sesini duyurabilmesi hatta çoğunlukla fikrini beyan edememesi,

-Kuzey Irak’ta ABD’nin doğrudan ve açıkça desteklediği Kürdistan yönetiminin varlığı. Buna paralel olarak Türkiye’nin Kürt Meselesi’nde ABD’nin artık müzakereci taraf ve muhatap durumuna gelmesi; bu yüzden ABD’nin bölgedeki Kürtlerin tabii koruyucusu ve destekleyicisi gibi algılanması,

-Güneydoğu’da çatışmaların sürmesinden ivme kazandığını düşünen şahinler grubunun Türk siyasetinde hâlâ etkili ve belirleyici olması,

-Özellikle bazı Kürt sözcülerinin atılan hiçbir adımdan tatmin olmayan, kendini daima "alacaklı ve haklı" olduklarına inandıran bir psikolojik kilitlenme içinde görünmesi.


Bu çözümsüzlük tablosunda en mâsum topluluk bizzat toplumdur; sıradan Kürtler, Türkler filler boğuşurken çimenlerin ezilmesi misâli en büyük zararı gördüğü ve acıyı çektiği halde meseleyi hâlâ çözülebilir seviyede tutmayı büyük bir basiretle başarabiliyorlar.