Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İlerlemecilik özet olarak, insan cinsinin eski ve mâlum hatalarını tekrarlamayacağı, geleceğe uzanan çizgide hep daha iyi ve güzel merhalelere ulaşacağını farz eden bir görüştü.

XIX ve XX. yüzyıllarda bilim ve özellikle teknolojide kaydedilen parlak başarılar, ilerlemeciliğin isabetine hamledildi ve bu görüş Türkiye'de Pozitivizm'le beraber resmi eğitim süreçlerinin örtülü felsefesi gibi kabul gördü. Beş-altı kuşaktan beri, sadece ilkokula gitmiş olanlarımızda bile örtülü Pozitivizm'in ve ilerlemeci'liğin telkin ettiği iyimserlik tortuları vardır.

Olayları tabii seyri içinde takib eden, gündemi gereğinden fazla önemseyip hayatı günübirlik yaşayanlar için değişimi fark etmek zordur, hele "değişik olan"ı fark etmek çok daha güç. Tarihle ilgilenmek, bu tatlı ve uyuşturucu tabii seyirden sıyrılmak ve mümkün-mertebe hadiseleri kuşbakışı ile görerek zamana dayalı mukayeselerde bulunmak için elverişli bir zemin hazırlar.

Etnik meseleyi ele alalım. Ahmet Selim, Aksiyon'da kaleme aldığı "Keyfiyet" yazısında bakınız ne diyor: "1950'li yıllarda 'etnik mesele' diye bir sıkıntının zerresi yoktu. Etnik köken bağları, çok hoş bir sohbet, muaşeret ve sosyal dayanışma rengiydi; azınlıklar da öyleydi". Yarım asır önce Türkiye'nin gündeminde bulunmayan etnik ayrımcılık, bugün karabasan gibi gırtlağımıza çökmüştür. İlerlemeci mantığa göre etnik mesele iptidai ve karanlık asırların mahsulüydü. Semavi dinlerin etnik ayrılıkları yumuşatan ve görünmez kılan "inançta beraberlik, eşitlik ve kardeşlik" düsturunu bir tarafa bırakalım: Ondan asırlarca sonra Amerikan ve Fransız İnkılapları'nın manifestoları, siyasi ve sosyal planda bütün insanların eşitliği prensibini laik bir âmentü gibi ilân ettirmişti. Öyleyse biz niçin etnik ayrılıklar gibi çoktan tasfiye edilmiş olması lazım gelen bir meseleyle uğraşmak zorundayız?

70'li yıllarda Ülkücülerin tertiplediği gecelerin en vazgeçilmez unsuru Doğu illerimizin folklor ekipleriydi: Bitlis, Van, Antep, Muş oyunlarını coşkuyla seyrederdik. Aramızda ne kadar çok Kürt menşeli arkadaş bulunduğunu şimdi hatırlamaya çalışınca fark ediyorum. Ankara'daki Site yurdunun öğrenci başkanı Hikmet Tekin, birkaç yıl sonra Bingöl Belediye reisi iken katledilmişti. Onun etnik menşe itibariyle ne olduğunu kimse merak etmedi. "Ülkücü şehit" idi sadece; hâlâ öyledir. Kürt, Çerkez, Laz, Arap gibi isimler etnik atıf maksadıyla değil coğrafi aidiyet belirtmek için sıkça kullandığımız sıfatlardı ve bu gibi şeylerden alınan gocunan kimse çıkmazdı. En belâlı yıllarda Aydınlıkevler semtinde fukara bir öğrenci evinde kader birliği ettiğimiz en sevgili arkadaşlarımızdan birinin lâkabı Kürt'tü. Kürt aşağı Kürt yukarı! Necmeddin hakikaten Kürt'tü ve biz bînamaz gezerken o musallî idi. Ve Doğu illerinde Ülkü Ocakları çok yaygındı.

Biz etnik meseleyi o yıllarda çoktan geride bırakmışız; üstelik sol basının o günlerde ırkçı, Homongolos gibi gösterdiği Ülkücü camia içinde halledilmiş o mesele. Aradan yirmi yıl bile geçmeden etnik mesele gelip kalp damarlarımızı tıkamış. Hulâsası şudur; ilerlememiş, aksine gerilemişiz.

Meseleye İlerleme penceresinden bakarsanız şaşırırsınız. Oysaki ilerleme diye ortaya konulan faraziye yanıltıcıdır; insanın eşya üzerindeki tasarrufunda Batılılar, farklı bir bakış açısıyla (ki bu bakış açısını şark dünyası her zaman fark etmiş, küçük görmüş ve tenezzül etmemiştir), ilerleme intibaı veren gelişmeler kaydettiler ve dünyanın çehresi değişti ama insanın tabiatı genlerine nakşedilmiştir, zamana değil. İnsan cinsinin verdiği en manidar mücadele tabiatının süflî kısmına karşı verdiği uğraştır: Allah'a şirk koşmayacaksın, öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, komşuna kötü gözle bakmayacaksın, ebeveynine itaat edeceksin,!.. Dinin mantığı şudur; Tevhidi benimsemiş biri, dikkatini teksif etmezse yeniden şirke düşebilir.

Bizim etnik meseleyi yeniden "keşfedişimiz" işte o cümledendir meselâ!