Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Öyle görünüyor ki Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın zevcesi Lâtife Hanım'ın evrakı bugüne kadar olduğu gibi yine Türk Tarih Kurumu'nun kasalarında kilitli kalacak. "Özel hayatın mahremiyetine saygı" gerekçesi tartışılmaz; bu yönde oluşan fikir birliğinin herkesi kapsayan bir nezâket teâmülü haline gelmesini dilerim.

Gelelim plağın öteki yüzüne; topluma ve tarihe mal olmuş kişilerin özel hayatı nerede başlar nerede biter; bu hususta bir teâmülümüz yok. Yassıada mahkemelerinde cereyan eden duruşmalarda bu nezâket kaidesine pek aldırış eden olmamıştı. Ayrıntılarına girmek, şu gün bile hicâba sığmaz. O günden bu yana özel hayatın mahremiyetine saygı meselesinde biraz mesafe almış görünüyoruz; inşallah öyledir.

Birinci Abdülhamid'in devlet evrakı arasında saklanan özel mektupları hakkında da buna benzer bir nezaket kuralı işletilmemişti. "Osmanlı sultanlarının aşk mektupları" hakkında yazılmış hayli makale ve kitap var; niçin acaba? Belki de aradan geçen iki asırlık zamanın, bu gibi yayınların yapılması için yeterli olduğu düşünülmüştür.

"Lâtife Hanım'ın evrakı" denilince ilk akla gelen pembe kurdalelere sarılmış, üzerine lavanta esansı serpilmiş kadife kutu içindeki aşk mektupları cinsinden bir şey oluyor. Gâzi ile Lâtife Hanım'ın bu tip mektuplaşmaya germî verecek kadar uzun süreli bir gönül alâkası yaşamadığını biliyoruz. Hatta klasik mânâda bir nişanlılık dönemi bile söz konusu olmamıştı. Gâzi ile Lâtife Hanım 1923 ile 25 arasında, sadece 2 buçuk sene evli kaldılar.

Lâtife Hanım, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın tek taraflı "talâk" kararıyla dul kalmasından sonra ölümüne kadar son derece ketum bir hayat yaşadı; gazetecilerle görüşmediği gibi yakınlarının ifâdesine göre toplum hayatına bile iştirak etmedi. Kaldı ki Lâtife Hanım, 1923'lerin Türkiyesi'nde Gazi Paşa'yı bile teshir edecek derecede eğitimli, görgülü, tahsilini Avrupa'da yapmış âkıl bir genç hanım olarak tanınıyor. Bu durumda onun vasiyeti üzere bunca yıl titizlikle muhafaza ettiği ve ölümünden sonra Türk Tarih Kurumu'nda saklanmasını istediği evrakın, evlilik mahremiyetlerinden ziyade tarihi kıymet ifade eden nitelikte vesikalardan mürekkep olduğu pekâlâ tahmin edilebilir. Eğer evrakın tarihi değeri varsa açıklamamak doğru olmaz.

Mahiyetini tam bilmediğimiz bir mesele hakkında uluorta tahminde bulunmanın da yakışıksız bir tarafı yok değil ama konu "Atatürk'ü tanımak" kavramı etrafında mütalaa olunursa Lâtife Hanım'ın evrakını gizli tutmak gayretinin ne derece isabetli olduğu da çok su götürür. Atatürk hakkında okuduklarımızdan çıkan mânâ, onun aleniyetten yana tavır almayı sevdiğini gösteriyor. Etrafındaki dalkavuk takımının alenî riyâsından hicap duyarak mahcuplaştığını, hatta bu gibileri sertçe azarladığı da biliniyor. Şahsiyeti etrafında bir kült yaratılmasından hazetmediği de âşikâr. Onbeş yıllık Cumhurreisliği esnâsında tarihi tahrif için bütün imkânlar elinin altında bulunmasına rağmen bu hususta münevver bir devlet adamı sorumluluğu ile davranmış olması da kezâ Atatürk'ü nazarımızda büyüten unsurlardandır. Daha geçenlerde Yapı Kredi Yayınları arasında yeniden neşredilen Hasan Soyak'ın hâtıraları, Atatürk'ün kendi özel hanesinde geçirdiği hayatı ve kamuoyundan uzakta kalan çehresini aydınlatması bakımından çok ilginç insânî ipuçları ile dolu. Kaldı ki Atatürk, tarih disiplinine özel ehemmiyet atfetmesiyle tanınan, entelektüel demesek bile ilmi mevzulara son derece meraklı bir lider portresi çizmiştir. Kendisi hakkında daha iyi bilgilenmemize medâr olmak ihtimâli bulunan evrakın ebediyyen saklı kalmasına gönlü rıza gösterir miydi acaba?

En iyisi hakemliği bir ilim heyetine devretmek galiba. Eğer söz konusu evrak "mahrem" nitelik taşımıyorsa derûnundan haberdar olmak her vatandaşın hakkıdır çünkü.