Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Aksiyon haftalık bir dergi; haftalık bir dergide yer alan her yazı ve haber, günlük gazete kadar olmasa da aktüaliteyi takip etmek, bu açıdan diri kalmak zorundadır. Geçen hafta başında Türkiye’nin en canlı gündemi, MEB’deki fişleme rezaletiydi.

Salı sabahı âniden başlatılan savcılık operasyonu Türkiye’yi sarstı ve bu yüzden gazetecilik tabiriyle fişleme skandalıyla ilgili bütün sayfalar, haberler ve yorumlar yıkıldı; “ehemm”, mühimme göre öncelik kazandı.

“Ehemm” yolsuzluk operasyonunun kendisi değil; hükûmet çevrelerinin ve özellikle Başbakan’ın operasyonu yürütenlere karşı takındığı şaşırtıcı tepki, operasyonun önüne geçti. Kabinedeki üç bakan yakınının skandala adının karışmış olması, bir kamu bankasındaki ve ilçe belediyesindeki yolsuzluk iddiaları “Mühimm” derecede haberdir; “Ehemm” ise, sanki bütün soruşturma ve neticesinde ele geçirilen ve kısmen basına akseden bulgular tamamen iftira ve tertib eseriymiş gibi tuhaf bir tepki ve savunma safına geçerek hükûmetin, emniyet teşkilatında tertipçi aramaya başlamasıdır.

Geçen hafta Çarşamba akşam saatlerinde kriz, bana göre hâlâ yönetilebilir bir boyut taşıyordu. Başbakan yardımcısı ve hükûmet sözcüsü, iç kabine toplantısının ardından basın toplantısı yaparak konuya nasıl yaklaştıklarını biraz sinirli ama makul bir tavırla anlattı; bu açıklamada hatırda kalan şey, soruşturmanın selametle sonuçlanması için hükûmetin gerekeni yapacağı, sonuç ne olursa olsun yargı kararlarına hükûmetin saygı duyacağı idi.

Doğrusu da buydu, zira ortada yürürlükteki kanunların suç saydığı bir fiili, yine aynı kanunların görevlendirdiği kamu görevlilerinin tahkik etmesi şeklinde bir olgu vardı. İddialar ciddiydi ve kısa zamanda netleştirilmesi gerekiyordu. Her soruşturma, yargı kararı olmaksızın neticeye bağlanamayacağına göre soruşturmanın niteliği hakkında itiraz geliştirmeden önce olguya saygılı olmak lüzumu vardı.

Çok ilginç bir gelişme yaşandı ama; takriben bir saat sonra Başbakan kameraların karşısına geçerek, soruşturmayı yürütenleri itham eden asabi bir konuşma yaptı, çok sayıdaki polis müdürünün yerini değiştirdiğini açıkladı. Ardından soruşturmayı başlatan savcı etkisiz hale getirilerek davaya iki yeni savcı gönderildi ve hükümet yanlısı basın organlarında soruşturmacıların itibarını düşürmeye yönelik aceleci bir kampanya başlatıldı.

Bu tavır dramatiktir; bir gözlemci durumu “Dekadans” olarak nitelerken hayli ağır ama bana göre de isabetli bir tesbitte bulundu (‘Decadent’, 19. Yüzyıl Fransa’sında sanat hayatıyla ilgili bir tabir olarak ortaya atıldı; batmak, düşmek, çökmek anlamına geliyor). Kamu düzenini doğru işletmekle görevli yürütme uzvunun, ciddi bulgu ve şüpheler taşıyan bir soruşturmanın selâmetini üstlenmek yerine tabir yerinde ise, psikolojik bir üstünlük kazanmak niyetiyle bastırmaya çalışması gariptir.

Başbakan, o konuşmasında konuyu Gezi’ye getirerek, bu krizi de aynı şekilde algıladığını belli etti. Gezi esnasında Başbakan, krizi usûletle yatıştırmak yerine gerginliği tırmandırmayı tercih etmiş ve böylece seçmenlerini canlandırarak siyasi desteğini artırmayı başarmıştı. Bu yaklaşımı o günlerde eleştirmiştim; aynı yaklaşımı bu krize de uygulamaya niyetli görünmesi çok daha fazla eleştiriye açık bir durumdur. Gezi’nin “kötü adamlar”ı sırayla parktaki masum direnişçiler, Taksim’deki örgütler, ardından sokakları tahrib eden, başbakanlık ofisini basmaya çalışan saldırganlardı. Kamuoyu, -haklı veya haksız- kötü adamları kolaylıkla tanıyabildi. Bu hadisenin menfi karakterini teşhis etmek o kadar kolay değil. Meşru bir yetkiden hareket eden yargı ve güvenlik güçlerini “Kötü adam” yerine koymak akılları karıştırıyor.

Operasyonu yürüten yargı ve güvenlik güçlerini karanlık niyetli odaklar adıyla nitelemek, mefhumun muhalifinden hareketle gözaltına alınan şüphelileri arkalamak, soruşturmayı daha başlangıç halinde bastırmak, etkisini sınırlamamaya çalışmak mânâsına geliyor.

Krizin ağır siyasi sonuçlar doğurabileceğini görmek için fazla akıllı olmak gerekmiyor. Başbakan, Gezi’de olduğu gibi suhûlet ve usûletle yönetebileceği bir krizi sertleşme yaklaşımı ile bastırmaya çalışırken siyasi hayatının en dramatik hatasını yaptı bana göre. Muhtemelen bugünlerde yapılması beklenen kabine revizyonu ile krizin atlatılabileceğini sanmıyorum.

Tâbir yerinde ise macun tüpten çıktı.