Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ahmet Ağabey,

Bu size ikinci mektubum oluyor; kusura bakmayınız, Türkçe'yi hâlâ tam düzeltmiş sayılmam, imlâ hatası yaparsam affediniz.

Abi bu mektubu size Rotterdam'dan yazıyorum. Şimdi diyeceksiniz ki, "Rotterdam da nereden çıktı?" Ben de onu anlatacağım zaten abi. Biliyorsunuz ben Müslüman olup burada evlendikten sonra vatanımı, evimi, ailemi ve milletimi burası bilip, Türkiye'ye öyle bağlanmıştım ama karşılaştığım sıkıntıların en hafifi, Türkiye'de ikamet süremi hayli geçirmiş olmamdı. Bu esnada vatandaşlığa müracaat ettim. Eşim Türk, ben de Türk olmak istiyorum diye dilekçe yazdım ama neticesi gelmedi. Çaresiz bir uçağa binip ülkeye "girdi-çıktı" yapmak zorunda kaldım ve lüzumsuz işlem bana neredeyse 800 Euro'ya mal oldu.

Abi bunlar önemli değil, icabında kabahat benim, fedâ olsun ama sekiz aydır gördüklerim, yaşadıklarım beni bir karar vermeye zorladı. Benim Müslüman olup Türkiye'de kalmam, çalıştığım misyon cemiyetinin genel merkezinde hayli çalkantılara sebep olmuş, hatta Türkiye temsilcisini işten el çektirmeye filan kalkışmışlar. O yüzden kimisi rica, kimisi tehdit yollu haberlerin ardı arkası kesilmedi. Bunların hiçbirini ciddiye almadım, kararımı verdikten sonra dönüp ardıma bakmadım. Tarık Bin Ziyad gibi bütün gemileri yaktım da Müslüman oldum. Hicab ediyorum fakat bu kararımla birlikte maddi açıdan büyük sıkıntılara uğradığımı önceki mektubumda yazmıştım. Kitap işinden iflas ettik, eşimin bütün takılarını bozdurup o projeye yatırmıştım; piyasaya da epey borçlandım. Size ikinci mektubu yazdıktan sonra maddi durumum daha da bozuldu. Cemaatten arkadaşlar bir gün halimi duyup yardıma karar vermişler. Bir akşam kapı çalındı, baktım ellerinde koli ve poşetlerle bizim arkadaşlar. "Hayırdır, nedir?" dedim. "Yav önemli değil, içeri buyur etmeyecek misin, sana hediye getirdik; hediyeleşmek sünnettir" dediler ama bizim hanım vaziyeti görünce ağlamaya başladı, "hayır, bunlar hediye değil, yardım, ben bunları asla kabul edemem, fakirin fukaranın hakkını bölüşemem" diye gurur meselesi yaptı. Benim de bir miktar nefsim örselenmedi değil ama hanımın tutumunu içten içe çok takdir ettim. O an dedim ki, "Ey Mahmut, gidip böbreğini, kanını satacaksın ama bu onurlu kadının yuvasını ayakta tutacaksın; kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyeceksin" diye kendime moral telkin etmeye çalıştım. Arkadaşlara da özür dileyip hediyelerini kabul etmedim ama sizden saklım yok; o esnada mutfakta çay pişirmeye bile yetecek tüpümüz yoktu. Bir ekmeği bölüşüp öğün geçiştiriyorduk hanımla.

Abi bu mektup yavaş yavaş acıklı romanlara dönmeye başladı. O hadiseden sonra bir toptancı abinin mal yüklettiği depoda bir buçuk ay kadar hamallık ettim. Başlarda her tarafım sızladı ama sonra alıştım; o bir buçuk ayı çok mutlu geçirdik. Derken bir gün deponun önünde bir kavga oldu; hiç unutmuyorum, civardaki sekiz-on kişi bir anda bir adamın etrafını sarıp adamı dövmeye başladılar ama nasıl, yere düşmüş adamı tekmeliyorlar. Sair zamanda sineği bile öldürmekten çekinen adamlar adamın yüzüne tekme vuruyorlar. Asabım bozuldu, araya girdim, aldırış etmiyorlar. Adamın üstüne kapandım ki vurmasınlar diye ama ona da bana da bir güzel vurdular. Ağzım burnum dağıldı. Kavga bittikten sonra gözümün şişini almak için buz bastırırken depodaki arkadaşlar, "Sana ne lan Mahmut, niye karıştın kavgaya, adamı tanıyor muydun ki?" dediler. Tanımam bilmem, dedim ki, "bu yapılan centilmenliğe aykırı; bir kişiyi bir kişi döverse karışmam ama yoldan geçen adama vurursa dayanamam". Birbirlerine bakıp, "N'olacak Avrupalı işte, çatlak mıdır nedir?" diye işaretler yaptılar. Bu arada ön dişlerimden biri de kırıldı ama bu hadise bana çok koydu. Dedim ki, "yav ben bu insanların nesine güveneceğim; yalan ağızlarında yuva yapmış. Birbirlerini su içer gibi aldatıyorlar; fırsat bulunca da birbirlerine karşı canavarlaşıyorlar". O kızgınlıkla işten ayrılıp bir hafta boş gezdim, daha doğrusu evde inleye inleye yattım durdum. O esnada kitabı basan matbaacı, senetlerin altına imza atan eşime haciz memuru göndermiş. Birkaç parça eşyamız vardı, ondan da olduk.

Yine de dayanırdım, lakin eşimin hamile olduğunu öğrenince olaylar bana farklı görünmeye başladı. Kadıncağız halini belli etmiyor ama ekmek yiyip su içerek niçin benim cevrime katlansın ki; kendime kızdım, yaşadıklarım aklıma geldi. Herkese kızdım. O öfkeyle tutup Rotterdam'daki anneme mektup yazdım, böyle böyle diye. Bizde kazık kadar olmuş erkek evlâda pek yüz verilmez ama annem hemen para yolladı konsolosluğa. Eşime pasaport çıkarttırıp bir hafta içinde Hollanda'ya geldik.

Abi biliyorum, siz "papaza kızıp oruç bozulmaz" dersiniz fakat benim dayanacak gücüm kalmadı. Burada da mutlu değiliz doğrusu isterseniz ama Sabiha doğum yapsın, ilk işim yine memlekete yani Türkiye'ye dönmek. Bütün dişlerimi de kırsalar gördüğüm haksızlıklara yine karşı çıkacağım. Çocuğumu da Türk-Müslüman âdâbına göre yetiştireceğim inşallah.

Dualarınızda bu fakir Mahmud'u da unutmayınız ağabeyciğim. Sabiha da selam ve saygılarını iletmemi tembih ediyor.

Mahmud