Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ortasından tren yolunun geçtiği küçük bir kasaba. Gece saat onbuçuk suları. Biri kız, diğeri erkek iki çocuklu aile yatmaya hazırlanıyor; çocuklarına iyi geceler diledikten sonra odalarına çekiliyorlar.

Kar yağıyor, ama nasıl bir şey efendim; nasıl tarif etmeli? Keyiften insanın ayağını yerden kesecek kadar güzel.

Ailenin büyük çocuğu oğlan, yatağına büzülmüş, yorganı çenesine kadar çekmiş durumda ana-babasına uyumuş numarası yapıyor ama aslında uyanıktır. Eski model bir kalorifer peteğinin ısıttığı sıcacık odasının penceresinden dışarıdaki kar senfonisini seyrediyor.

Derken odanın içindeki her şey evvela küçük titreyişlerle sarsılmaya başlıyor; derinlerden boğuk bir ses, zangırtı artıyor; mutfağın raflarındaki porselen tabakların şangırtısını bile duyabiliyoruz. Oğlan yataktan fırlayıp korku ve heyecanla pencereye seğirtiyor.

Muhteşem bir manzara!

Sıradan zamanlarda, her iki yanına yüksek ağaçlar sıralanmış demiryolundan geçip giden tren, fıcırtılı fren sesleriyle yavaşlıyor ve esas oğlanın -çocuğun- evinin önünde duruyor. Tipi savrulurken yolcu vagonlarından dışarıya rüyâ gibi bir sarı ışıklar dökülmekte.

Çocuk telaşla terlikleri giyip dışarıya fırlıyor; trene doğru yaklaşıyor. Vagonun kapısı açılıyor, orta yaşlı bir kondüktör aşağıya iniyor ve çocuğa diyor ki,

-Geliyor musun, gidiyoruz!


Sinemaya meraklı okuyucular hemen hatırlamıştır; bu unutulmaz sahne, yine o unutulmaz "Kutup Ekspresi" filminin başlangıcından. İlki sinemada olmak üzere bu filmi, geçen gün dördüncü defa seyrederken, çocuklara masal anlatmayı hem sanat hem endüstri kıvamına yükselten Amerikalılara gıpta ettim.

Hayır, sözü tam da kertiğine getirip, "şu nevzuhur, sen bilemedin iki asırlık tarihi olan Amerikalılar ne kıytırık mevzulardan filim yapıyorlar da, biz binlerce yıllık şanlı tarihimizi dolduran binlerce kahramanlık ve ibret ve efsânelerden eli yüzü düzgün bir filim çıkaramıyoruz"a getirecek değilim. Artık hepimiz farketmiş olmalıyız ki sanat ve endüstride iyi yerlerde olmanın, "eski ve yerleşik bir millet" olmakla ilgisi yoktur, bir işi ciddiye almakla ilgisi vardır.

Kutup Ekspresi filmini örnek verdik, oradan devam edelim; bu filmin ana konusu, on yaşlarında bir çocuğun Noel Baba kavramına duyduğu şüphenin etrafında dönüyor. Çocuk Noel Baba'nın, yılbaşı gecesi milyonlarca çocuğun yaşadığı evlerin bacasından girip her birine (ana babasının mali vaziyetine göre) hediye dağıtabileceğine inanmıyor. Belli ki erken yaşta rasyonel düşünme alışkanlığına kapılmış. Sen misin inanmayan? Alıyor eline sazı masalcı Amerikan sineması. Neredeyse bütün zamanların en iyi çocuk filmi diyebileceğimiz bir eser ortaya koyuyor. Filmin yapılış tekniği de çok ilginç. Aktör Tom Hanks'ın başlıca karakterleri tek başına oynadığı filim, animasyon (canlandırma) sinemasının baş klasiklerinden biri oldu şimdiden. Şöyle oluyor: Bir aktörün evvela yüz ve baş nahiyesi olmak üzere bütün vücuduna, vücut, yüz ve mimik hareketlerini algılayabilen alıcılar (sensor) yerleştiriliyor. Aktör, stüdyoda her karakterin rolünü tek başına canlandırırken sensörler aracılığı ile bilgisayar ekranında üç boyutlu ve hareket edebilen modeller elde ediliyor; daha sonra bu modellere istediğiniz kostümleri giydirip bilgisayar ortamında yapılmış en fantastik mekanlarda dilediğiniz hareketleri yaptırabiliyorsunuz.

Filmin sonunu anlatmaya gerek yok; allem-kallem esas oğlan, yani çocuk Noel Baba'ya inanıyor.

Az önce "çocuk filmi" demek zorunda kalınca biraz durakladım. Öyle ürünler var ki, artık çocuklar için mi, yoksa her yaşta kendini çocuksu hislere kaptırmaya, çocuklaşmaya âmâde insanlar için mi yapılmış olduğunu kolay kestiremiyorsunuz. Hamdolsun elinde joy stick ile gece yarılarına kadar gözü ekrana mıhlanarak playstation oynayan yaşlı başlı herifler zümresine dahil değilim ama doğrusu, "şöyle dört başı bayındır bir elektrikli tren oyuncak seti elime geçse katiyyen ilgilenmem" diyemiyorum. Nitekim üreticileri, bu gibi oyuncakları aslında dedeler, babalar için yaptıklarını gayet iyi biliyorlar; büyükler bu oyuncakları çocuklar için alıyor ama çoğunlukla çocuklar elini bile sürmek fırsatı bulamıyor; çünkü dedelerinden, babalarından fırsat kalmıyor ki!

Masal kitapları da benim için, aynen bir nevi elektrikli tren hükmündedir; ne zaman elime geçse ilgilenmeden, okuyup resimlerini incelemeden gönlüm rahat etmez. Bu çocukça hevesi mazur göstermek için söylemiyorum fakat bana öyle gelir ki, dünyada bu güne kadar insanoğlu eliyle yazılmış en ciddi ve sahici metinler bu masal kitaplarıdır; masal kitaplarını süsleyen elle çizilmiş resimler ise dünyanın en değerli sanat eserleri... Bu çizgilerin sihri nedir? Evvelâ çocukların bile anlayabileceği basit bir dünyayı tasvir ederler; ikinci olarak bu resimler, büyüklerin dünyasında iyice karmaşıklaşıp görünmez suretlere bürünen insan davranışlarını sadeleştirebilme sırrına ermiş çizgilerdir.

Büyüleyici bir sadelik, adeta baştan çıkarıcı bir basitlik. Masumiyet fikrinin ulaşabildiği en insânî zirveler...


Yıllarca "kültür emperyalizmi" deyip aşağıladığımız, dudak büktüğümüz hikâyelerin, filmlerin, kitapların, hatta ve hatta Noel baba gibi figürlerin evrensel bir tanınabilirlik ölçüsüne varmasını sadece emperyalizmle izah etme kolaycılığına kapılmayalım; onların ardındaki sanatkâr emeğine, hayal gücüne saygı duyabilelim ki, daha iyilerini yapabilmek için mânidar bir başlangıç noktamız olabilsin.

İyi anlatılmış, iyi canlandırılmış, iyi resimlenmiş bir masalın dünyanın her yerinde müşterisi vardır ve onlardan biri de benim.