Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Milli Eğitim Bakanlığı, bundan böyle Shakespeare isminin ders kitaplarına 'Şekspir' diye yazılmasını uygun görmüş; problem şurada, 'Şekispir' okunuşunu tercih edenler bu durumda yanlış yapmış mı olacak?

Mesele Einstein'i 'Aynştayn' yazmakla bitmez ki,

'Ayınşıtayn' telaffuzu da yaygındır bizde; ee? Bana pek mâkul görünmedi; doğru usûl eski uygulamanın devamıdır. Yabancı dil öğretiminin en mühim boyutu iletişim ve karşılıklı anlayışa hizmetse, orijinal imlânın da muhafazası gerekir. Almancılarımız Köln'ü 'Kölün' diye telaffuz ederler; bir yabancı ismi doğru telaffuz etmekle imlâsını doğru yazmayı birbirinden ayırmamak gerekir. Batı dillerinin karakteristiği seslerle harfler arasında bize yadırgatıcı gelen bir farklılıktır. Dil eğitiminde o dilin kültürüne ve mânâ iklimine yakınlık kurulması amacı yanında asgariden beynelmilel nezakete de riayet etmeli. Herkes isminin kağıt üzerinde asıl imlâsına uygun şekilde yazıldığını görmek ister ve buna riayet bir nezaket kuralıdır.

Yabancı isimleri telaffuz konusunda daha vahim hatalar işleniyor, asıl onlara dikkat etmeli; meselâ yeni kuşağa mensup haber sunucuları genellikle sadece İngilizce eğitimi gördükleri için bütün ecnebi isimlerini İngilizceye göre telaffuz ediyorlar: Schumacher Almanca bir isim, 'ayakkabıcı' demek. Kendinizi 'Şumaher'in yerine koyun; birisi adınızı 'Şumeykır' okusa onun genel kültüründen haklı olarak şüphe duymaz mısınız?

Bunlar ihmâl edilebilir ayrıntılar değil. MEB, liselerde yabancı dil eğitimini her mezun Sultanahmet'te hanutçuluk yapsın diye öğretmiyor; maksat bütün arz üzerine yayılmış bir merak ve iletişim arzusu uyandırmaktır. İlber Ortaylı'nın tesbitlerini yeniden hatırlayalım; diyordu ki, 'Batı'nın bütün medeniyetlerden ve çağlardan üstün olan tarafları musikidir ve filolojidir (...) Batı'da zamanları, mekanları katlayan yaygın bir filoloji (dilbilim) kültürü var. Ortalama lise eğitiminin üst düzeyde kalitesi var. Bir de bunlardan önemlisi metni esas alan ve analizi öne çıkaran bir bakış'. Öyleyse doğru istikamette Batılılaşmak bu hasletlerin tabiatı üzerinde derin ve ciddi bir gayreti gerektirir.

Zamanları ve mekânları katlayan filoloji bilgisi, ecnebi isimlerini ders kitaplarına Türkçe telaffuza göre yazmakla elde edilmez; ne kadar çetrefil ve güç öğrenilebilir olursa olsun bu zahmetler göğüslenmeli.

Kaldı ki lise seviyesinde yabancı dil öğretmenin yegâne meselesi, Shakespeare'i, 'Şekspir' yazmaktan ibaret de değil. Birisi oturup, bunca seneden beri MEB teşkilatının yabancı dil eğitimine ayırdığı bütçe miktarını ve neticede onca öğrenci içinden kaçının hakikaten dil öğrenebildiğini hesaplamış olsa ne derece muazzam bir israfla karşılaşacağımızı dehşetle görürdük; kalburla su taşımak gibi bir şey. Bu israfı verime dönüştürmek meselesi üzerinde döne döne düşünsek yeridir. Aynı randıman hesabını Osmanlı İdadileri hakkında da yapıp, neticeyi Cumhuriyet liseleriyle mukayese etmek çok şaşırtıcı sonuçlar da verebilirdi ama maksat bağcıyı dövmek değil de üzüm yemek ise bugüne bakmalıyız. Mesele, İlber Hoca'nın deyişiyle 'ortalama lise eğitiminin kalitesini üst düzey'e eriştirmek ise yabancı dil eğitiminin, dil mantığının yerleşmesi itibariyle ana dil öğretimi ile doğrudan bağlantılı olduğunu sarfınazar edemeyiz.

Küçük bir anket yaptım geçenlerde, gençlere 'bizim klasiklerimiz nelerdir?' diye sordum. Cevapları sıralıyorum: Çalıkuşu, Yeşil Gece, Kiralık Konak, Hüküm Gecesi vb..

Buna da şükür, buna da şükür! Daha kemikleri bile çürümeyen Reşat Nuri merhumu 'klasik' bilen bir kuşak Shakespeare'i ders kitabında 'Şekspir' okusa ne yazar demeyelim; hemen Mevla Milli Eğitim Bakanı'na Hazreti Hamza kuvveti versin; amin, amin, amin!