Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Geçen hafta sizlere, bu satırların yazarının da eninde sonunda bir medya maydanozu şeklinde göründüğünden bahsederek, adı her ne ise, televizyon kanallarına çıkarak konuşma yapan, herhangi bir konu hakkında fikir belirten kişilerin bir araya gelerek örgütlenmesini, bir sendika çatısı altında bir araya gelmesinden bahsedeceğimi söylemiştim.

"Bu satırların yazarı" ibâre-sine bayılıyorum; nitekim yukardaki paragrafta bu ibareyi zevkle kullandım. İnsanın kendisinden bahsederken "Bu satırların yazarı" diye ötekileştirmesi -nasıl söylenir-, entelektüel bir haz veriyor. Düpedüz "Ben" demek yerine "Bu satırların yazarı" dediğinizde, daha işin başında "yazar" oluyor ve yazarlık kimliğini kendinize -sanki başkaları da aynı fikirdeymiş gibi- yakıştırmış oluyorsunuz; nitekim yukarda benim de bir medya maydanozu sayılmam gerektiğini anlatmaya çalışırken aslında benim değil de bu satırları yazan kişinin medya maydanozuna benzediğini imâ ettim ki, neticede "Ben maydanoz değilim; odur maydanoz" gibi bir ferahlık hissi bıraktı bende. Siz de ara sıra deneyebilirsiniz, iyi oluyor.

Gelelim sendika kurma konusuna. Arkadaşlar, daha işin başında iken söylemeliyim ki bu ülkede en fazla emeği tüketilen ve yaptığı işten ötürü hakkı verilmeyen -yani ücreti demek istiyorum- kitle, medya arayüzleri kitlesidir. Ki bunların boğaz tokluğuna çalıştıklarını söylemek bile hayli iyimser bir ifade olur!

Bir tartışma programına çıktıkları için ücret hakettiklerini genellikle düşünmezler bir kere; hatta bunların bazılarında program bittikten sonra, "Yahu borcumuz kaç kuruş arkadaş; para teklif etmeyi unuttum, ayıp oldu mu acaba?" diye bir mahcubiyete kapılanlara bile rastlanmıştır. Yayıncılar açısından bu durumun mahzuru yoktur; yayıncılar, o kişiyi yayına çıkarmakla ona ve sülâlesine büyük bir iyilikte bulunduklarını, şahsen tanınmasına fevkalade bir katkı sağladıklarını ve bu işin esasen "Bilâbedel" yapılması gerektiğini düşünüyor olsalar gerektir.

Boğaz tokluğu derken mübalağa ettiğimi sanmamalısınız; ara-sıra kuru pasta, sandviç ama her hâl ü kârda çay ikram ederler ve bundan ötürü -Allah için- katılımcıdan "hesap" istendiğini ben şahsen duymadım.

Bu işler şöyle olur: Programın yapımcıları, sesinde güzel tınılar ve cıvıltılı melodiler barındıran bayan yardımcıları aracılığıyla yayın öncesinde maydanoz, pardon arayüz arkadaşımıza programa katılma davetinde bulunurlar. Kabul buyurulursa buluşma saati kararlaştırılır; belirtilen adrese bir otomobil gönderilir. Aynı otomobil, katılımcı sendika mensubumuzu iş bitiminde dilediği adrese bırakacaktır.

Sosyal haklarımızın tamamı işte bu kadar sevgili vatandaşlarım; bu adam ne yer, ne içer, bu iş için gerekli vakti nereden bulur; gömleğini kim yıkar, kravatını, ceketini kim ütüler, bunları hangi parayla satın alır gibi önemli olmayan ayrıntılar kesinlikle hatırlanmaz.

"Madem haklarınız bu kadar kısıntılı; siz de gitmezsiniz olur biter yahu; ne sızlanıp duruyorsunuz" diyeceksiniz fakat öyle değil. Sen gitmezsen, ben gitmezsem, onlar gitmezse, kim seyreder bu televizyonları diye bir olguyla karşı karşıyayız...

Sendika hakkımızdır fakat söke söke alır mıyız şüpheliyim.

Şüpheliyim çünkü bu sendikaya, arayüzü emekçi arkadaşlarımın "Amanin de sendikamız varmış" diye seğirtip üye yazılacaklarına pek ihtimal vermiyorum. Arayüzcü emekçi arkadaşlarımız, emeklerini arza sunarken örgütlü değil, ferdi hareket etmeyi tercih edeceklerdir genellikle; zira bu kitle, ferdiyet idrakinde Kaf dağlarının tepelerinden aşağı inmeyen, dayanışma ruhuna uzak ve fena halde "İndividual" bir topluluktur. Bu dostlarımız, herhangi bir moderatörün teklifi üzerine "Türkiye enine mi bölünsün, boyuna mı bölünsün?" başlığı altında kesintisiz altı saat tartışmak için hiçbir ön şart ileri sürmeyeceklerdir fakat, "Gelin bir sendika kuralım; emeğimiz karşılıksız kalmasın" denildiğinde kıyâmete kadar anti-sendikalist lâflar edeceklerdir; eminim.

Nereden biliyorsun diye sormadığınız için de teşekkür ediyorum ayrıca...

Kimse katılmaz ama yine de fikirlerimi yazayım şurada, böylece medya maydanozları sendikasının fikir babası olduğumu kimse inkâr edemeyecektir. Şöyle ki:

1- Yayıncıların tartışmacı temin etmek için önce sendikaya başvurmaları kanuni mecburiyet şekline konulduktan sonra yayıncıya iki seçenek verilecektir: Sıradaki tartışmacıyı mı isterseniz, yoksa ekstra bir aranjman mı tercih edersiniz? İkincisi daha pahalı bir tarifeyi gerektirecektir.

2- Tartışmacıların kazancı sendika havuzunda biriktirilir ve kesenekler kesilip budanımlar budandıktan sonra aydan aya üyeler arasında komünizan bir yaklaşımla üleştirilir.

3- Sendikayı tanımayan yayıncılar kara listeye alınır ve tartışma saatlerinde belgesel göstermeye mecbur tutulur.

4- Sendikalı arayüzü arkadaşlarını sendika senede dört takım elbise, altı takım gömlek, pabuç, çorap ve kravat alır; sendika merkezinde berber, sauna ve kondisyon salonu imkânları verir. Ayrıca boşta duran sendikalılar için diksiyon, durup dururken maraza çıkarma, RTÜK'e takılmadan küfür ve hakaret idmanları, su bardağı ile yapılabilecek saldırı teknikleri ve en önemlisi büyük ve boş lâflar ederken kimseye hissettirmemek gibi meslek içi kurs imkânları tanınacaktır.

5- Vesaire, vesaire, vesaire...


Evet, bir tarafta "Medya arayüzü" emekçilerini insafsızca sömüren ve bedavaya çalıştıran büyük yayın kuruluşları, öte tarafta kutsal sendika hakkımız...

Bütün medya arayüzü emekçileri, birleşin; bedavaya çalışmaktan başka kaybedecek hiçbir şeyimiz yok nasıl olsa!

Sendikal mücadelemiz engellenemez; tabii biz istemezsek...