Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Dünün gazeteleri, Ağca'nın tahliyesini aksettirişleri bakımından ilginç bir gruplaşma tavrı içindeydiler; kısaca "Kaatil aramızda" başlığını seçmişlerdi ve bu başlığın etrafı, meselenin mânâ ve ehemmiyetini vurgulayan yorumlarla süslenmişti.

Manşetlere hükmedenlerin çifte standardından bahsetmek, suların alçağa aktığı keşfinde bulunmak kadar sıradan bir gerçektir; onlar bunu hep yaparlar ve yumurtanın kabuğu derecesinde azlık teşkil eden ama aynı derecede tayin edici bir mevkii tutan ticaret burjuvazisi ile yüksek bürokrasi muhitlerinin dışında kaale alınmazlar. Mânidar bir koro halinde seslendirdikleri "Kaatil aramızda" feryâdı, aslında gayrimeşru kimlik taşıyanlara yöneltilmiş samimi bir tepkiden ziyade, halk arasında "tik" diye bilinen, seğirme türü, irade dışı bir refleksten ibarettir. Bu seğirmenin miktar itibariyle ne kadarının "hubb-ı Ali", ne kadarının "buğz-ı Muaviye" eseri olduğunu kendileri bile çıkaracak durumda değillerdir. Ezcümle onlar, ceza ve infaz felsefimizi (?) eleştirmek, Adliye'nin bazı "derin" konularda garip davranışlar sergilediğini ileri sürmek veya Ağca'nın vaktiyle mensup bulunduğu ileri sürülen ülkücü camiaya dahletmek gibi her biri diğerinden mühim nüanslarla ayrılan farklı konuların tamamını birbiriyle iç içe sokarak irade dışı bir refleks sergilemiş bulunuyorlar.

Hükümet ise, hiç hesapta yok iken önüne konulan tahliye meselesinden ötürü fena halde ürkmüşe benziyor. Adalet Bakanı'nın "Yargıtay'a konuyu incelemesi için hemen yazı yazdım; başka ne yapabilirim ki" tavrına ilaveten bir devlet bakanının, -üstelik üzerine hiç de vazife olmadığı halde- fevkalade "tırsak" bir beyanda bulunarak medya korosu ile aynı telden tınlamaya itina göstermesi, seğirme hâletinin yaygınlığına işaret ediyor. Halbuki bundan yirmi sene önce devrin başbakanına parti kurultayında silahlı suikastta bulunan kişinin birkaç senede salıverilmesi, benzeri türden bir genel "vâveylâ"ya yol açmamıştı. Kezâ, bazı sağlık sebepleri bahâne gösterilerek şimdiki Cumhurbaşkanı tarafından affedilip salıverilen silahlı sol eylemcilerin, tahliyelerinin akabinde yine benzeri eylemlerde yakayı ele vermeleri de necib matbuatımızın dikkatini çekmemişti; halbuki bunlar bir kereliğe mahsus talihsizlikler değil, kerrât ile tekrarlanan, eski tâbir ile "temâdi eden" türden talihsizliklerdi!

Ağca'nın tahliyesi ile ortaya çıkan yeni durumda tartışılmaya lâyık görünen iki husus var: İlki, hukuk felsefemizin sık aralıklarla af çıkarma "tik"inden ötürü varlığından şüphe duyulacak derecede bunalıma girmiş olması, ki Adalet Bakanı da o konuya gerekli vurguyu yapmıştı. İkincisi ise derin komplo teorileri kurmak yerine 12 Eylül öncesinde sağ ve sol eylemcileri yönlendiren derin mekanizmaların karmaşıklığıdır; öyle ki hapiste geçirdiği onca yıl boyunca uzun uzadıya düşünmüş olsa bile, bizatihi Ağca'nın bile, nasıl bir kumpasın son ayağı olabildiği hakkında aydınlatıcı bir fikre ulaşabileceğini zannetmiyorum. Dolayısı ile "bir konuşsa yer yerinden oynar" nevinden bir bilgiye sahip olabileceği çok düşük ihtimâldir.

Haber editörlerinin yaklaşımıyla, kuş gribi salgınının yavaşlamasıyla pörsüyen gündeme, Ağca'nın tahliyesi ilâç gibi geldi ve artık unutulduğunu zannettiğimiz gayriirâdi "tik"lerin, aslında derin bir kış uykusunda pusulandığını öğrenmiş olduk. Ağca "ülkücü" değil de aşırı sol örgütlerden birinin mensubu olsaydı, aynı "tik" seğirmesi ile bunca garezi yeniden uyandırabilir miydi, merak konusudur.

Ağca'ya sempati duymak için hiçbir sebebim yok; yaptığı ileri sürülen işleri de asla tasvip etmedim ama şöyle bir düşünüyorum da, şu bölücübaşını idamdan kurtaran TCK düzenlemesi yapıldığında bile, necib matbuatımız bu kadar müşterek feverân göstermemişti.

Medyanın düşmanı olmak, milletin düşmanı olmaktan kötüdür ey halkım; kıssadan hisse!