Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kuzey Irak’a yaptığımız dört günlük gezinin ardından kaleme aldığım intibalara üç aşağı-beş yukarı tahmin ettiğim istikamette tepkiler geldi. Bunlardan biri, “Tırnak içinde Kürdistan” yazısındaki çerçevelenmiş hâliyle “Kürdistan” kelimesini kullanmış olmamla ilgiliydi ve beni (ve tabii bu yolda yayın yapmakla itham ettiği Zaman gazetesini, hatta “el birliği yaptığım” iktidar partisini) Kürdistan’ı tanıtmak için bedava propoganda yapmakla suçluyordu. Bir diğeri, beni, niçin Türkiye’nin resmî dış politikasında kabul edilen kelimeleri seçmediğim konusunda sorgularken; bir başkası, tesbitlerimi “bir hayal kırıklığı ve çöküş” olarak niteledikten sonra Kerkük’teki Türkmen kardeşlerimizden bahsetmek yerine niçin ille de “Kürt dostlardan” söz açtığımı sorup Kürdistan’ın kurulması fikrine heyecanla yaklaşmakla itham ederek mektubunu, “Yerin altındakiler size bakıyor, üstündekilerse gözü yaşlı izlemekte” cümlesiyle bitiriyordu. Bir başkası, Türk okullarında öğretmenlik yapan gençlerden bahsederken kullandığım, “asıl çılgın Türkler bu çocuklar” ibaresine takılıyor ve tabirin, o öğretmenleri nitelemek için kullanılmaması gerektiğini ileri sürüyordu…

Elbette üzüldüm fakat mutadım hilâfına bu mektuplara cevap vermedim; bunun yerine görüp yaşadıklarımla ilgili biraz daha bilgi ve kanaat aktarmayı tercih ediyorum.

Haydi “devlet” demeyelim de, bu kavramdan nem kapanların gönlü rahat etsin fakat orada yeni bir kamu düzeni kuruluyor olmasının izlerini ve etkilerini gözlemlemek, her sosyal bilimci için dikkate değer bir tecrübedir; nitekim aynı mesele üzerinde konuşurken Ömer Laçiner’in yaptığı bir tesbiti sizlere aktarmak istiyorum: “İhtilâli yaptıktan sonra Lenin, çok yakındakileriyle endişelerini şöyle paylaşmış: ‘Şu anda iktidar olduk ve biliniz ki büyük bir tehlike ile karşı karşıya bulunmaktayız; biliniz ki şu anda bütün alçaklar bizden yanadır!”

TARİHİN ÖRSÜYLE ÇEKİCİ ARASINDA “YÖNETMEK” SORUMLULUĞU AĞIR VAZİFEDİR!

Kuzey Irak, hukuken bağımsız bir devlet değil fakat konjonktürden yararlanmak suretiyle birkaç yıldan beri bağımsız bir devlet gibi davranıyor. Bütün tarih boyunca Ortadoğu’nun kadim Kürt ahalisi, ilk defa “yönetmek” sorumluluğunun ağırlığını sırtında hissediyor; bu demektir ki artık isteyen ve şikâyet eden pozisyonundan karşılayan ve hizmet üreten mevkiine geçilmiştir. Komşu devletlerin kamu hukukuna ve idari yapısına muhalefet etmek bir şeydir fakat minyatür de olsa bir coğrafyada kamu otoritesi tesis edip vatandaş sıfatındaki insanlara kamu hizmeti servis etmek daha başka bir şey.

ABD GİDERSE KUZEY IRAK NİCE OLUR?

Kuzey Irak’ın Kürt yöneticileri ağır yüklerin altında: İlki şu: ABD, Irak’tan çekilme takvimini açıkladı ve Kürt yöneticileri buna hiç ihtimal vermiyormuş gibi görünmelerine rağmen bu durumdan fena hâlde tedirginler. ABD’nin Irak’tan çekilmesi demek, Kuzey Irak yönetiminin yakın komşuları ve en mühimi merkezî Irak hükûmetiyle, Sünni ve Şii Araplarla, Kerkük’te küstürdüğü Türkmenlerle bu defa sahici mânâda ilişki kurması anlamına geliyor. Bir mânâda Kuzey Iraklı Kürtler, hâmilerini kaybedecekler.

İkinci ağır yük; takriben bir sene sonra Irak’ta genel seçimlere gidilecek. Bu seçimlere Sünni Araplar da katılacak; Sünni Araplar geçen seçimleri boykot ettikleri için Kürtler, iyi oganize olabilmeleri yüzünden Bağdat’taki merkezî hükûmet üzerinde nisbetleriyle mütenasip olmayan bir ağırlık tesis edebilmişlerdi. Bu defa politik dengelerin daha sahici oranlarda tecelli etmesi hâlinde Kürtlerin Bağdat desteği hayli azalmış olacak; bu ise, Bağdat’tan aktarılan petrol gelirleri musluğunun kısılması ve merkezî hükûmet denetiminin artması anlamına gelecek.

KUZEY IRAKLI KÜRTLERİN ŞEHİRLE İMTİHANI

Bir başka faktör şu: Kuzey Iraklı Kürtler büyük çoğunluğu Irak’ın kırsal alanlarından şehirlere celbedilmiş köylüler ve bu nüfus şehirlerde yaşamaya başlayalı henüz on yıl bile olmadı. Bu nüfus, geleneksel geçimlik işlerinden kopmuş veya koparılmış durumda; tarımdan ziyade hayvancılıkla geçinen Kürtler, şehir ortamında hükûmet tarafından iaşe ve ibate edilmek durumunda. Kuzey Irak yönetimi şimdilik açıktan sosyal

yardım desteği (para) ve ayni destek (yağ, şeker, pirinç, mazot, un vb.) dağıtmak suretiyle bu nüfusu kontrol edebiliyor; fakat aynı zamanda dünya pazarlarıyla bütünleşmek arzusundaki Kuzey Irak’ta yardıma muhtaç yeni göçmen şehirlilerle, hükûmete yakın pozisyonları sebebiyle hızla zenginleştiği gözlenen çiçeği burnunda bir Kürt burjuvazisinin çekirdeği fark edilmekte ve bu iki sınıf birbirinden giderek ayrışmakta. Yeni şehirleşme sürecine giren kalabalık nüfusun altyapı, eğitim, sağlık ihtiyaçları büyük mesele teşkil ediyor.

Şimdilik hesapta görünmeyen bir başka can sıkıcı husus şu olsa gerektir: Kuzey Irak’ta siyasi iktidar, Talabani ve Barzani gibi Kürtler arasında efsaneleşmiş iki şahsiyet, iki kabile ve hatta iki tarikat arasında paylaşılmış durumda. Bu iki partinin dışında siyasi partiler de var elbet fakat yakın gelecekte iktidarın Talabani’nin KYB’si ve Barzani’nin KDP’si dışında bir partiye veya toplumsal güce geçmesi tasavvur bile edilemiyor; bu ise Kuzey Irak’ın siyasi kültürünü olduğu kadar yakın geleceğini de belirsizliğe itiyor. Siyasi bir istikrarsızlık hâlinde kendi aralarında pek geçinmeyen bu iki siyasi odağın, şimdilik alelacele silahlandırdığı asker, polis, peşmerge, koruma topluluğunu nasıl tasarruf edeceği ayrıca bir merak konusu.

Görüldüğü gibi Kuzey Irak’taki “Kürdistan”, yeni oluşmaya başlayan her kamu idaresi gibi büyük problemler ve risklerle karşı karşıya; bu bölgede siyasi kaos ve istikrarsızlığın Türkiye’ye nasıl yansıdığını yıllarca yaşayıp gördük. Bu yönetimin istikrarı, bir bölge gücü olarak Türkiye’nin lehinde olacaktır. Kaldı ki Türkiye, bu “de facto” olgunun farkındadır; her gün İstanbul’dan Erbil’e uçan Türk uçakları sadece Kuzey Iraklıları değil, daha fazla iş adamlarını, eğitimcileri ve yatırımcıları da getirip götürmekte. Altyapısı son derece zayıf bölgede Türk iş adamı ve yatırımcılarının yapacağı dünya kadar iş var.

TÜRKİYE’SİZ BİR KUZEY IRAK DÜŞÜNÜLEBİLİR Mİ?

Sözün kısası Türkiye, güneyindeki yeni komşusunu dikkatle izliyor ve gelişmeleri yakından takib ediyor. İşin memnunluk verici yanı, Kuzey Iraklı yöneticilerin “Türkiye fenomeni”ni, dağdaki teröristlerden daha farklı bir pencereden daha reelpolitik bir nazarla algılıyor olmasıdır. Kuzey Irak, kendi kuzeyindeki dağlarda barınan terörist Kürtlerin, Kuzey Irak yönetiminin istikrarı için ne kadar büyük bir risk teşkil ettiğinin farkında gibi göründü bana. Onlar, tarihlerinde ilk defa yönetilmekten yönetmeye geçmenin ağır sorumluluklarıyla yüzyüze bulunuyorlar.

...

Sathi algılamalarla kaleme sarılıp çalakalem, aklına gelen şeyleri sıralamaktan çekinmeyen itiraz sahiplerinin, ara sıra “duruş yeri” değiştirmelerinde fayda var. Kendi içimizdeki “Kürt meselesi”nin, bizde ciddi bir algılama bozukluğuna yol açtığını görmezden gelemeyiz. Kürt meselesinin çözümünde üzerimize düşeni yapmaktan kaytararak sorumluluğu hep dış mihraklarda aramak, bizde varlığını vehmettiğimiz o ciddi devlet şuuru tecrübesiyle hiç de kabil-i te’lif bir davranış biçimi değildir.