Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hükümeti beğenmeyenlerden önemli bir faslı ilginç bir zihnî ayrım içinde: Seçimlerde muhalefet yanlısı oy kullanıyor ve hükümet icraatlarını eleştiriyorlar ancak hepsini değil.

Meselâ Başbakan’ın Hizmet Hareketi’ne açtığı topyekûn imha kampanyasında son derece anlamlı ve altı çizilesi bir suskunluk ve sathi bir tarafsızlık tavrı içindeler. Ergenekon ve Balyoz davası hükümlüsüyken Anayasa Mahkemesi kararıyla salıverilenler ve onların basındaki lobileri çok canlı bir misâldir. Şöyle düşünüyorlar: “Bu iki topluluğun birbirine düşmesi bizim için fevkalade avantajlıdır. Her iki tarafın da itibar kaybı bizim için kârdır ve neticede bu kapışmadan biz fayda sağlayacağız!”

Bu hesaba aklı yatanlar, olup biteni özellikle demokrasinin olmazsa olmazı cinsinden prensipleri açısından değil, basit bir çıkar meselesi olarak görüyorlar; bu cenaha siyasetin ve iş dünyasının, hatta dinî cemaatlerin önemli bir kısmını da dâhil etmek mümkün.

Hizmet Hareketi bünyesi içinde faaliyet gösteren meşrû kuruluşlar şu anda amansız bir sürek avının muhatabıdır. Devlet memuru statüsünde olanlar bürokratik kural ve teamüller hiçe sayılarak görevlerinden alınıyor, mağdur ediliyor ve sürgüne uğruyor. Ticari kuruluşlar vergi ve SGK denetimi adı altında önceden hazırlanmış listelere göre takibat altına alınıyor, resmî tacize uğruyor. Bu yakınlarda, 28 Şubat’ı hatırlatırcasına, “Filan kuruluşlardan alışveriş edilmesin; malları boykot edilsin” tarzında emirnameler yayımlanması hiç şaşırtıcı olmayacak.

Basında bu gibi haberler giderek artıyor. Canı acıyanlar haklı olarak şikâyetlenirken toplumun yukarıda bahsettiğim önemli bir kesimi manidar bir suskunlukla, “Belki ucu bize kadar uzanmaz; ses çıkarıp da biz de husumet listesine girmeyelim” diye kısa vadeli ve akıllıca görünen bir hesap yapıyorlar.

Her şey, herkesin gözleri önünde cereyan ediyor. Hükümet Meclis grubunu kullanarak çerçeve kanunlar çıkarıyor, partizanlaşan bürokrasi bu çerçevede uygulamalara geçerek insan ve kurum avı yürütüyor. Günün birinde kimsenin, “Benim haberim yoktu; böyle olduğunu bilmiyorduk; bilsek tepki gösterirdik” diyebilme hakkı yok. Geçen hafta başında eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in açıkladığı “Bitirme planı”, sürek avının niyet belgesi hükmündedir.

Vaktiyle Nazi Almanya’sında aynen böyle olmuştu: 1935’te Nazi Partisi, ‘Nürnberg kanunları’ diye bilinen bir dizi uygulama ile Yahudi asıllı Alman vatandaşlarına buna çok benzeyen bir “bitirme” planı hazırlamıştı. Önce Yahudilerin Alman veya Alman kanıyla ilişkili kimselerle evlenmesi veya ilişki kurması yasaklandı. Aynı yıl, Alman kanının bozulmasını engellemek kastıyla bütün evliliklere hükümet izni şartı getirildi ve daha sonra bu uygulama Romanlar ve siyah derililere doğru genişletildi. Irk kanunlarını çıkarırken Nazi diktasının kullandığı en önemli alet tıp dünyası ve hukukçular oldu. Bazı Nazi taraftarı hukukçular işgüzarlık göstererek Alman kanını bozabilecek kişilerle el ele tutuşmayı, göz göze gelmeyi bile yasak kapsamına aldılar. Sonuçta Yahudilerin Alman devletince insanlık dışı davranışlara maruz kalmasında, insanlık dışı şartlar altında çalıştırılıp bilahare savaş esnasında gaz odalarında zehirlenmelerinde hukukçuların da payı büyük; zira her saçmalık, şeklî bir hukuk normuna göre yapılıyordu.

Türkiye’de durum henüz Nazi dönemini hatırlatacak trajedilere doğru uzanmadıysa da pasif destekçilerin suskunluğu aynı istikamettedir. O günlerde Alman iş dünyası Nazi yönetimi tarafından “havuç veya sopa” tehdidiyle etkisizleştirilmiş, aydınlar sindirilmiş, basın satın alma veya tehdit yoluyla kontrol altına alınmış, Alman kamuoyu ise “Zulmediyorlar ama Almanlara değil; üstelik iyi çalışıyorlar” afyonuyla uyuşturulmuştu.

Nazi Partisi’nin ekonomik programı, iktisat tarihi derslerinde hâlâ efsane gibi anlatılır. Naziler, iki harp arasında çökmüş Alman ekonomisini tam istihdam seviyesine çıkardılar; büyük altyapı yatırımları ve sanayi hamleleriyle orta sınıf Alman halkını mutlu ettiler fakat bugün vicdan sahibi her Alman, dedelerinin o meş’um suskunluğu yüzünden yere bakmaya mecburdur.

Kimseden Hizmet Hareketi’ne destek olması beklenemez ama herkesin âdeta saklayıp gizlemeden ayan-âşikâre yapılan hukuksuz uygulamalara karşı tavır alması gerekir. Bu sürek avına seyirci kalmak, demokratik ve insanî duyarlığın körleşmesine doğru gidiyor çünkü.

Hizmet’i biçmek için bilenen tırpan işini tamamladığında, sıra başkalarına da gelecek. Konu Hizmet’i bitirmek değil, anlamıyor musunuz?