Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), kurultayını tamamladı; Devlet Bahçeli yeniden genel başkanlığa seçilirken zorlanmadı ama eski kurultaylardaki yüksek desteği de bulamadı; bunun ne anlama geldiği ile ilgili değilim, benim dikkatimi çeken konu, ‘Türk milliyetçiliği’ fikrini savunan bir kitle partisi olarak MHP’nin siyasi hayatımızdaki yeridir.

MHP, kuruluş yıllarında kendini doktriner bir parti olarak tanıttı. 12 Eylül Darbesi’ne kadar geçen dönemde Türkiye’yi sarsan ideolojik gerilimin önemli kanatlarından birini temsil etti. Bu dönemde MHP’nin -birçokları katılmasa da- anlaşılabilir bir varlık sebebi vardı ve özellikle gençlerin dinamizmine, idealizmine ve heyecanına zemin teşkil ediyordu. 12 Eylül’den sonra çok sert ve hırpalayıcı bir mücadele şeklinde geçen ideolojik gerilim yatıştı. Bu dönemde toplumun beklentilerini doğru aksettiren Anavatan Partisi, koalisyonlardan yılgınlık getirmiş seçmenin tercihi oldu. İdeolojik çekirdekli partiler hızla küsuratlara gerilediler ama partinin efsânevi lideri kısa süren bir bekleyişten sonra yeniden partisini kurup teşkilatın başına geçti ve eski tabanına bildiği üslûpla hitab etmeye başladı. Bu hitap biçiminde eskiye yönelik bir hesaplaşma arzusu yoktu, yeni bir siyasi üslûp arayışı da görünmüyordu; en büyük yenilik, MHP sempatizanı gençlerin artık sokaklarda olmayacağı vaadi idi. MHP bu vaadini yerine getirdi ama varlığını mânidar ve fonksiyonel kılacak esas meseleyle yüzleşmedi.

Esas mesele, Türk Milliyetçiliği fikrinin (veya doktrinin) bir siyasi parti aracılığı ile temsilinde ortaya çıkabilecek problemlerdi. Vatan ve millet sevgisi, millî menfaatlere titizlik göstermek, toplumun ortak değerlerine saygılı olmak, ahlâkî bir çizgide yürümek, şüphesiz büyük çoğunluğun beğendiği, tasvib ettiği niteliklerdi ama aynı kabulleri benimseyen bir başka parti zuhur ettiğinde durumun garipliği hemen fark edilebilirdi. MHP’nin parti programındaki temel değerler, hemen hemen bütün siyasi partilerin benimseyebileceği bir nevi âdâb-ı muaşeret hükmündeydi. Bir “Siyasi parti” olmak için, zaten varlığı farz edilen temel değerlere ilâve olarak başka özellikler de gerekliydi. Meselâ, ülkeyi ehliyetle yönetebileceklerine dair güven veren bir kadro, kısa ve orta vadede anlaşılır, anlamlı adımlarla tamamlanabilecek bir siyasi proje ve hepsinden önemlisi seçmende geleceğe dair iyimser bir beklenti oluşturabilecek bir vücut dili.

MHP’nin ilk yanlışı, bir gençlik kuruluşunda, bir sivil toplum örgütünde pekâlâ yadırganmayacak doktriner bir çekirdeği siyasi program olarak benimsemek oldu. Ülkücülük ahlâkî bir irtifâ olarak saygı telkin edebilir; önemli olan ülkücülerden müteşekkil bir siyasi heyetin devleti ehliyetle yöneteceğine seçmenleri ikna etmektir. MHP, bu lâzımelerden ilkine tutunurken ikincisinde yetersiz kaldı. Yetersizliği, seçim sonuçlarında görülüyor zaten: Türk seçmeni MHP’yi tek başına ülke yönetecek evsafta görmedi ve ona “Ülkücü duruş”u ile kriz zamanlarında güvenebileceği bir yedek oyuncu pâyesi verdi.

Bahçeli yönetimindeki koalisyonun başarısızlık hikâyesi ilginç notlarla sonuçlandı; diğer koalisyon ortakları siyasi tarihten silinirken, MHP kısa bir bocalama devresinin ardından yeniden yedek oyuncu sıralarında yer buldu. Bu şüphesiz seçmenin MHP’ye yönelttiği bir komplimandır ama daha fazlası değil.

Bu kurultay, parti açısından, “Türk seçmeni, rakiplerimizin ne kadar kötü olduğunu görerek kıymetimizi takdir edecek” beklentisinden ziyade, “Seçmene yönetebileceğimi ve yönetime ehil olduğumuzu göstermeliyiz!” mesajı verebilseydi, MHP için şüphesiz daha faydalı bir amaca yönelmiş olacaktı. Bu beklenti karşılıksız kaldı ve MHP, Türk seçmenlerine yeni bir varlık sebebi sunmakta isteksiz davrandı; eski retoriğini tekrar ederek yüzde 10-15 civarında bir başarıya rıza gösterdiğini vücut diliyle imâ etti. En azından kısa dönemde MHP’nin bir iktidar arayışı içinde olmadığı görüldü.

MHP’yi yönetenler şüphesiz bu fikri yanlış bulacaklardır ama benim fikrime göre MHP’nin önünde iki tercih var: Ya siyasi parti örgütlenmesinden vazgeçerek vakıf, dernek misâli bir eğitim ve kültür teşekkülüne dönüşecekler veya bu defa hakikaten bir “siyasi parti” olmanın çaresini arayacaklar.

Bir ihtimâl daha yok değil; üçüncü yol, şimdiki durumdur.