Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Farklı dil ve lehçelerde radyo-televizyon yayınının kapsamı hakkındaki RTÜK açıklaması, gelinlik kızın "hem ağlarım, hem giderim" meselini andırıyor. Günde 45'er dakikadan haftada toplam üç küsür saat yayın izni mânâsız; kaldı ki o kadarını TRT 3 yapıyor zaten. Yayın esnasında altyazı ile tercüme mecburiyeti de getirilmiş. Bu uygulama bana biraz yayıncı kuruluşlara, "hiç kendini yorma, değmez" dedirtmek için tasarlanmış gibi geldi.

Yasağın da kendine göre bir mantığı vardır; serbestînin de. Yevmiye 45 dakika uygulamasının mantığı yok. Yasak devam etse, şu yarım yamalak serbestîden daha tutarlı görünürdü.


Türklüğü, Cumhuriyet'i veya TBMM'yi alenen aşağılamak fiilini suç takdir ediyorsunuz; saygı duyarım ama kapsamı üzerinde sosyal ilim erbâbının bile ittifak edemediği kaygan kavramlar üzerindeki spekülatif hakaret iddialarını, savcılar ve hakimler nasıl kovuşturacak? Tamamen hakim ve savcıların takdirine bırakılmış bir subjektivite sahası inşâ olunmuş. Yeni TCK'nın 301 ve 305. maddelerinin gâyesi isabetli, tanzim tarzı kötüdür. Bunun başlıca iki sebebi var: İlki, kanun koyucunun meramını ifadede altyapı (yani Türkçe) yetersizliği ile mâlul bulunuşu, ikincisi ise derin bürokrasinin AB-Türkiye ilişkilerini gerektiğinde krize sürüklemek için mevzuat arasına böyle mayınlar yerleştirme refleksidir.


Türkiye'de yargı fonksiyonu, anayasal düzenlemelerin çok ötesinde fiilen sistem içindeki yerini almak üzere dikkate değer bir hareketlilik sergiliyor. Rektör Aşkın, yazar Orhan Pamuk ve sair dâvâların seyri bende böyle bir intibâ bıraktı. Bu herc ü mercden sonra yargı bağımsızlığı, yargıya dışardan müdahale, dâvâların seyrini etkileme gibi kavramlar yeniden yorumlanacak ve bu kavramlar hakkında yeni bir fikir birliği noktasında dengeler yeniden tesis edecektir.

Olup biteni bir de böyle seyretmek lâzım.


Şahsen çok sevdiğim ve hürmet ettiğim bir ilim adamı büyüğüm, şu anda karaciğer yetmezliği sebebiyle organ nakli için uygun zamanı bekliyor. "Uygun zaman"dan kasıt şudur: Sağlık Bakanlığı bünyesinde "Ulusal Organ ve Doku Nakli Koordinasyon Merkezi" (UKS) diye bir kuruluş var; bu kuruluş, daha önce organ bağışı vaadinde bulunan kişilerin ölümünün hemen akabinde bağışlanan organları, ihtiyaç sahibi hastalara tevzii etmekle görevli. Sistemimiz var fakat organ bağışçısı yetersizliği yüzünden ihtiyaca cevap vermekte zorlanıyor.

Organ bağışlamanın dinen bir sakıncası olmadığına dair Diyanet'in fetvâsı herkesin mâlumudur; tek tek her birimiz organ bağışlamanın "sadaka-i câriye" neviinden olmasa bile büyük bir hayır teşkil ettiğini biliyor ama gereğini yerine getirmek için teşebbüse geçmiyoruz. Halbuki işlem gayet kolay; hangi ilde iseniz devlet hastanesinin sosyal hizmet birimine müracaat ederek "organ bağışçısı" olarak kaydınızı yaptırıyor ve verilen kartı daima cüzdanınızda taşıyorsunuz.

Biraz sevimsiz bir işlem gibi görünüyor ama, aslında daha sağ iken mezar yeri satın almaktan daha irkiltici değil; üstelik insanda ölümü unutmamak (momento mori) gibi bir faydası dahi var.

En kısa zamanda "organ bağışçısı" olmak için üzerime düşeni yerine getireceğim; sizlerin de bu insânî meseleyi bir kere daha düşünmenizi istirham ederim.


YÖK'ün, imam-hatip mezunlarını liselilerle aynı hizaya getirmek için çıkarılan Açık Lise Yönetmeliği'nin iptali için dava açması ve üstelik "laikliğin ihlâli" gibi bir gerekçe göstermesini mantıken tuhaf buluyorum; yönerge iptali yerine imam-hatiplerin kaldırılmasını talep etmiş olsalardı şüphesiz daha tutarlı olacaklardı. Şimdi kendilerinden aynı mantık istikametinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın varlık sebebini teşkil eden 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunun, bizatihi "laikliğe aykırılık" sebebiyle iptali için harekete geçmelerini bekliyoruz.

Şu işi kökten halledelim; siz de kurtulun biz de!