Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Eylül, kimileri için senenin her mevsimine ve zamanın her anına serpilmiş bir veda işaretidir. Yaz aylarının hayatı, tabiatı ve yaşama arzularını tutuşturan enerjisi, eylül kapılarında insana "vade" fikrini, zarif fiskeleriyle hatırlatır; güneş, denizleri bile ısıtan heyecanını ansızın bir nebze pörsümüş bulur. Yapraklara özsuyu taşıyan kılcal damarlarda canlılarin mutlaka zevali yaşayacaklarına dair kaçınılmaz haberler gezinir. Bitkileri yaşamaya heyecanıyla sarhoş eden yeşil çılgınlıkları, mehil zamanının yaklaştığını ima eden işaretlerle benzini sarartır. Mübarek zamanlardır; uzun yolculuklara çıkacak tren katarlarının hareketini ima eden ilk düdüğün telaşesini uyandırır insanlarda. Hayatla ölüm arasındaki fasıladır eylül. Sabahın ilk ışıklarında okula gidecek yavrusunu uyandırmaya kıyamayan annelerin yumuşak öpücüklerini, şefkatin titrettiği "haydi yavrum, vakit geldi" ikazlarını andırır.

Ekim ortasında eylülden bahsetmenin elbette bir münasebeti var; ekim, artık eylülün bile geçip gittiğini ihtar eden ikinci düdük hükmünü icra ediyor. Tınısı biraz daha asabi, manası biraz daha sarih ve getirdiği haber biraz daha aceleci. Eylülün çoktan geçip gittiğini takvim yapraklarında değil, çalışma odamın penceresinde birkaç saniye çırpındıktan sonra yere düşen sararmış bir akasya yaprağında okudum. Bilmem ki siz, oda pencerelerinin daracık kadranını akasya, erik, selvi veya söğüt dallarının sararmış yapraklarını uçurduğu talihlilerden misiniz? Sararmış ve kurumuş yaprakların pencerelerde bıraktığı görünmez ve sarsak eğriler bir manada hayata dair kıdemimizi işaretleyen liyakat çentikleri değil midir?

Ben eylülün ince ve zarif imalarla ikaz edebildiği hassas yaratılışlardan değilim; belki de bu yüzden eylülü, bahtiyar yaz dakikalarından ödünç alınmış temdit zamanları gibi anlıyor ve fıtratın nermin buselerini, "ama daha çok vakit var anne" nazlanmalarıyla tebelluğ etmekte ihmalkar davranıyorum. Ekimin asabi ve aceleci haberleri bende daha anlaşılır ve sarih tesirler bırakıyor. Her sene tekrarlandığı için insanda kaba bir biteviyelik hissi uyandıran o hayranlık verici mucizeleri fark etmekte gecikiyorum: Tabiatın binlerce yeşile bölüştürülmüş harikulade örtüsünü, ancak bu zamanlarda direnilmez bir akıbetin binlerce sarıya bürünmesiyle anlaşılır buluyorum. Diriliş fikri bizde mucize tesiri doğuruyor ve eceli sıradan, tabii ve mukadder görüyoruz; halbuki ölüm, en az diriliş kadar mucizevi bir dönüşümü temsil ediyor.

Kasım, tabiatın "sekeratü'l mevt" dakikalarına tesaduf ediyor; "can çekişirken gelen baygınlık ve dalgınlık halleri". Çerçevesinden sararmış yapraklar uçuran ekim pencerelerinin önünde büyüttüğümüz dört mevsim menekşelerinde, ömrünü kırmızının en çılgın nüanslarını aramakla geçiren sardunyalarda canlı tutmaya çalıştığımız tecrit edilmiş bir tutam yeşilliklerde tabiatın muhteşem vedaini bile bile görmezden gelmeye çalışırken ne kadar çaresiziz. Dal uçlarında fışkıran hayat lezzetlerini sen kahkahalarla sergileyen tabiatın kasım sonlarında çıplaklığın utancını andırır bir hüzünle baş başa kalıvermesi, ancak bir Karacaoğlan mısraının kudretiyle söz kalıbında hapsedilebilirdi, "Üryan geldim yine üryan giderim."

Hayata üryan geldik ama kasım haşinliklerini bize kalın ve yumuşak paltoların, atkıların, yün çorapların sıcaklığını, koruyuculuğunu özletiyor. Kalın ve sağlam kunduralarımızın her adımında ezip savurmaktan zevk aldığımız hazan yaprakları, aslında aziz bir mevtanın kurumuş kemikleridir. Tabiat, aldığı emir gereğince gözle görülür bir yumuşaklıkla eceline yürüyor; bir mucize oluyor. Zamanın sürekliliğini vehmeden idrakimizle bu vadeli ecelin hazin manalarına fazla takılmaksızın yeni bir ilkbaharın iplerini öekiştirmeye koyuluyoruz; tekrarlanan mucizeler zihnimizin çentiklerine asılı kalmaksızın sabun köpüğü gibi uçup gidiyor; yine bir Karacaoğlan mısraının kudretiyle zaptedilmiş bir va'dedilen mucize ile avunuyoruz; hani rahmetli, "Çukurova bayramlığını giyerken" demişti ya!

Sıradanlık vehmettiğimiz mucizelerin içinde yaşayıp, yine de dikkatin bütün antenlerini sıradan olmayan mucizelere mıhlayarak yaşamanın da adı var; "gaflet" diyorlar buna.

Esasen her daim mucizeler mevsimindeyiz.