Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başı örtülü bir hanımla evli olması, bugüne kadar ertelenip duran "muhafazakâr bunalım"ı bu defa gizlenemez şekilde su üstüne çıkardı, çünkü bugüne kadar muhafazakâr dünya görüşüne sahip insanlar iktidar mücadelesinde en çok milletvekili, bakan veya başbakan seviyesinde temsil edilmişler; görev gereği davetli oldukları kabullere eşlerini götürmeyerek bir anlamda problemi çalımlayarak kenarından dolaşmayı tercih etmişlerdi.

Şimdi Abdullah Gül cumhurbaşkanıdır ve eşinin başörtülü oluşu artık ertelenemez bir durum ortaya koymuş bulunuyor. Sayın Gül, bundan sonra eşini, odasında oturmaya razı ederek meseleyi görmezden gelemeyecektir; eşiyle birlikte resmikabullerde görünmesi halinde ise mâlum yaygaraların yeniden yükselmesi kaçınılmaz görünüyor.

Mehmet Şevket Eygi, Akşam gazetesine verdiği mülakatta konuya hayli bükülmez ve çelişkili bir bakış açışı getiriyor; ona göre bu topraklardaki bin senelik mazimizde kadınların kamuda öne çıkmadıkları görülmektedir. Gazetecinin biraz da hayretle, "Bizim örf ve âdetlerimiz kadınların gölgede kalmasını mı söylüyor?" sorusunu aynı kendinden emin duruşla cevaplandırıyor: "Tabii, çok doğru. Ama bazı ülkeler vardır, mesela ABD. Orada başkanların eşleri de kocalarının yanında epey rol oynarlar." Eygi'ye göre bir Müslüman, hanımını resepsiyonlara, içkili davetlere çıkarmaz."

Bu bir çözüm elbette fakat meseleyi görmezden gelmeyi kabullenen bir çözüm ve kendi içinde muhtelif çelişkiler barındırıyor. Diğer muhafazakârlar gibi Eygi de, muhafazakârların iş dünyasından, siyasetten, kamu işlerinden uzak durmasını öğütlemiyor; bilakis hayatın her yerinde yer ve inisiyatif almasından yana. Nitekim o mülakatta, "Abdullah Gül bu toplumun bir ürünü. Demokratik yolla başa geldi. Önce bunu kabul edeceksiniz" derken, demokrasiyi bütün vecibeleri ve kurumları ile benimsemiş, kabullenmiş bir tavır içindedir. Ne var ki bu tavır, bizatihi demokrasinin modernizmin bir icabı, temel kurumlarından biri olduğunu bilerek ihmâl ediyor. Demokratik vecibelere göre Abdullah Gül devlet başkanı olabilir, olmalı, fakat eşini işine karıştırmamalıdır. Böyle yaparsa bütün problem ortadan kalkmış olacaktır.

Burada bir başka esaslı meseleyle yüz yüze geliyoruz; muhafazakâr dünya görüşünde kadının toplum içindeki yeri nedir meselesine… Bugüne kadar başörtüsü mücadelesi verenlerin sağlam bir mantığı vardı ve diyorlardı ki, "kadınların bütün toplum alanlarında görünme, kendini temsil etme, hizmet alma ve verme, kamu hayatına karışma hakları vardır; Müslüman hanımlar inançları gereği örtünüyorlar ve bu yüzden rejim tarafından yadırganmamaları gerekir." Bu mantık, kendi içinde tutarlılığa sahiptir fakat "kadınlar evinde otursun" cümlesiyle çelişiyor. Bu dilek, muhafazakârların bugüne kadar ileri sürdüğü temel itirazlara zıttır ve zıtlığın giderilmesi için "sadece yüksek politik görevlilerin hanımları evlerinde otursun; avama mensup olanların hanımları toplum hayatına karışabilir" şeklinde garip bir düzenleme yapılması gerekiyor.

Hasılı tatsız ve tutarsız bir durumla karşı karşıyayız fakat Mehmet Şevket Eygi, belki de tutarsızlığa düştüğünü farketmeden meseleye "estet" nazarıyla yaklaşmaktan kendini alıkoymuyor; muhabirin "Asıl mesele (Hayrünnisa Gül'ün) ortalığa çıkmasında zaten..." cümlesine verdiği cevabı dikkatle inceliyoruz:

-O zaman tek renk sade giysilerle çıksın. Bir de muhakkak Paris'teki bir modaevinden tesettüre girsin. Yoksa Ankara tesettürü, Kayseri tesettürü ile başarılı olamaz. Bastıracak parayı Yves Saint Laurent'den giyinecek. O zaman başına öyle bir şal atacak ki bütün dünya ona hayran kalacak.

Doğrusunu söylemek gerekirse bu, iç kanatıcı bir çelişkidir. Bir hanımın başına attığı Paris işi bir şalla "dünyayı kendine hayran bırakması", her ne kadar "estet" nazarına uygun bir yaklaşım ise de "tesettür" fikrinin rûhuna taban tabana zıt bir tekliftir; mâlum, tesettürden maksat, estetik endişelerle çevredekileri kendine hayran bırakmak değil, fazlaca mütecessis bakış ve yorumlardan kadının kendini esirgemesidir.

Mehmet Şevket Eygi'nin bir de estet yanı var ki, o cihetiyle bana öteden beri dikkat çekici görünmüştür. Meselâ onun, 'Şehirli Müslüman' tipini tasvir ettiği makaleleri, Müslümanlar'ın dekorasyon, şehir kültürü ve yaşam tarzı itibarıyla hâlâ tam olarak şehirleşemedikleri yolundaki itirazları ve "İslam bir şehir dinidir" tesbiti şahsi kanaatimce önemli görüşlerdir ve isabetlidir. Bu ciddiyet noktasında karar kıldıktan sonra Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı için demokrasiyi delil göstermek, hemen ardından "fakat hanımı evde otursun; ortalığa çıkmasın; bu topraklarda böyle bir gelenek yok" cümlesinin hemen akabinde "tesettüre riayet edecekse Kayserili modacıları değil, Paris'i örnek alsın bari" demesi sadece Sayın Eygi'nin zihnî teşevvüşüne işaret etmekle kalmaz, aynı zamanda bütün muhafazakârların yaşadığı çelişkiyi görünür kılar.

Kadınların gündelik hayatta daha fazla rol ve fonksiyon üstlenmesi, aynen demokrasi gibi modernliğin kurum ve icaplarından birisi. İşe yaradığı zaman "İslâm zaten demokrasiyi de muhtevidir" diye demokrasiyi sahiplendikten sonra "ama eşlerimiz evlerinde otursun ve üstlerine vazife olmayan yerlerde görünmesinler" tavsiyesinde bulunmak tutarlı görünmüyor.

Tutarsızlıkları irdelemeyi artık bir tarafa bırakıp işin hakikatini konuşalım. AK Partili seçkinlerin şahsında belirginleşen muhafazakârlık, bazı küçük şekli unsur ve itirazlar dışında bal gibi modernist bir kabulden ibarettir. Muhafazakârlar iş hayatında, siyasette, eğlencede, gündelik hayat ve konfor göstergelerinde -katı laikçilerin zannettiğinin aksine- modernizme hiç itiraz etmiyorlar; bankaya, faize, yatırıma, çocukların eğitimine (mesela bu muhafazakâr arkadaşların önemlice bir kısmı çocuklarını Batı ülkelerinde okutmaya, hatta mümkünse çocuklarının o ülkede hayata gelerek çifte vatandaşlık kazanmasına itina eder), tamamen modern bir fikir ve icat olan yaz tatillerine, güzel otellere, iyi otomobillere, yurtdışı gezilerine, çok partili siyasi hayata, vâriyete, konfora hayır demiyorlar. Onların bütün meselesi eşlerinin başörtüsüne kimsenin karışmamasından ibaret gibidir.

Seçkinlerin haricindeki sıradan muhafazakârların bundan daha farklı bir bakış geliştirdiği söylenemez; onların da muradı, nihai tahlilde toplum içinde yükselmek, refahtan daha fazla pay almak ve bu esnada kadınların başörtüsü konusunda devletin daha hoşgörülü davranmasını dilemekten ibarettir; bunun haricinde modernliğin temel kurumlarına esaslı bir itiraz yükseltildiğini -mesela basın hürriyeti, hukukun üstünlüğü, temel haklar, çok partili siyasi hayat, banka ve faiz sistemi, teşebbüs hürriyeti, örgütlenme hakkı vb. gibi...- duymadım. Herkes alabildiğine modern, fakat kendi nokta-i nazarınca muhafazakâr davranmak dâvâsındadır.

Şu mâhut, "muhafazakâr bunalım"ın akıbette nereye varacağını şimdiden kestirmek mümkün: Bu bakış açısının temel felsefi argümanları yoktur, ne yazık ki görünürdeki alâmeti faydacılıktan ibaret. Hele hele şu bitmez-tükenmez başörtüsü konusunun hallinden sonra seçkiniyle, avamıyla "muhafazakârlar"ın, sistem içinde en tutucu cinsinden modernite yanlısı haline geleceklerinden herkes emin olmalıdır.