Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İlaç kutularının içinden çıkan prospektüsleri, kullanıcıların da okuyup anlayabilmesi için AB mevzuatına uygun bir yenilik getiriliyormuş. Görünüşte sıradan ve ufak ama mânâsı itibariyle muazzam bir haber.

Bilindiği üzre ilâç prospektüsleri hasta için değil, ancak eczacı veya tabiplerin anlayabileceği teknik bir dille kaleme alınıyordu. Ecza kutusunda birikmiş ilâçları tasfiye etmek için ne zaman prospektüslerini okumaya kalkışsam, değil yeterince bilgi almak, o ilâcın hangi derde devâ olduğunu bile çıkaramazdım. Biz ilâç kullanırken prospektüsü değil, eczacının kutu üzerine yazdığı "günde üç defa aç karnına" filan gibi basit tavsiyeleri dikkate alırız hep. Öyleyse bunca prospektüsü anlaşılmaz bir farmakoloji jargonuyla kaleme alıp her kutunun içine katlayıp koymanın mânâsı neydi ki?

Haber bunun için önemli ve bilim uzmanları ile vatandaş arasındaki ilişkilerde inkılâp çapında bir değişikliği, bir zihnî dönüşümü haber veriyor. "Bu kadar basit bir şey şimdiye kadar niçin akledilememiş?" denilebilir; sebebi, bir önceki cümle içinde gizlidir. Peki, bunca basit bir işlemin ancak AB mevzuatı emrettiği için uygulamaya geçmesine ne demeli? Bu bir psikolojik barajdır ve biz bir problemle karşılaştığımızda, "bu işi Batılılar nasıl halletmiş" diye bakmak yönünde bir zihnî ezber kazanmışızdır. Yanlış demiyorum, bu gibi hallerde hep "Amerika"yı yeniden keşfetmeye lüzum yok" klişesini kullanırız ama hep bu cümlenin mazmununa sarılmak, bizim "akledebilirlik" kabiliyetimizi dumura uğratıyor ve bize dair aklîliğin, batılı aklîlik karşısında geçersiz ve fersûde addedilmesine yol açıyor. Neticede kendi problemlerimizi çözmekte Batılı çözümlere -ve bu örnekte görüleceği üzre- Batılı dayatmalara marûz kalıyoruz.

Canı alıcı soru: AB mevzuatı bu yönde hamle yapılmasını icbâr etmeseydi, ilaç prospektüsleri yine eskisi gibi anlaşılmaz ve netice itibariyle işe yaramaz bir metin olarak mı kalacaktı? Sualin cevabını hepimiz biliyoruz; "elbette öyle kalacaktı ve sittin sene bu uygulama devam edip gidecekti!" Bu neticeye bakarak AB taraftarlarının, "biz kendi dinamiklerimizle adam olmayız, ancak AB bizi adam eder" diye gizliden gizliye gururlanmaları izzetinefsimi örseliyor. Nâcizâne benim tezim şudur: Bir toplum kendi irade ve dinamikleriyle değişimi göğüsleme gücünü gösterebiliyorsa bu mânidar bir şeydir; değişimini dış dinamiklere ve tavsiyelere terk etmişse o toplum -bu mânâda- münafık ve ne istediğini bilmeyen bir heyettir.

Ben bir AB aleyhtarıyım ve muhalefetimi üç tarif edici noktada yoğunlaşarak izah ediyorum: Medenî, siyasî ve zihnî nokta-i nazarlar itibariyle AB"ye üye olmak arzumuz izzetsiz ve yanlış bir niyet izharıdır. Evvelâ, AB bir medeniyet projesidir ve zannedildiği gibi AB üyesi toplumların medeniyet kavrayışı, bizimkinden farklı ve çok önemli noktalarda uzlaşmaz farklılıklar sergilemektedir. Sâniyen AB siyasi bir projedir ve bu projeye katılmak, Türkiye"nin siyaseten var olma gerekçesini ve iddiasını ortadan kaldırır. Sâlisen, "AB"ye girmez isek adam olmayız veya rejimin radikal unsurları, güçlü bir değişim projesine asla izin vermezler" zihniyeti, neticede kendi kuvvelerini aşağılama mânâsı taşıdığı için onur kırıcıdır.

Eğer bu toplum (veya devlet), kendi i"zanı ile ilâç prospektüslerini anlaşılır hale getirmeyi akledemeyecek ise zaten müstakil bir siyasi kuvvet olarak dünya sahnesinde bulunmasının lüzumu yoktur demektir. Ben aksi kanaatteyim; vaktiyle devlet-toplum ilişkileri sağlıksız, hatta marazî derecede kötü tesis edildiği için bize dair akıl giderek kullanışsız hale getirildi ve özgüvenimiz yıkıldı. Doğru olan, tasavvur ve inşâ edebilme gücümüze güvenip, -sadece Batı"yla değil- haricimizdeki herkesle eşit ve onurlu komşuluk ilişkileri kurmaktır.

Not: Sağlık Bakanlığı"nı, 2 bin 556 farmakolojik ve tıbbî tâbiri Türkçeleştirdiği için samimiyetle tebrik ediyoruz; istenince oluyor pekâlâ!