Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Dinde görünürlük meselesi, insan tabiatının en temel eksikliklerinden biriyle yeniden yüzleşmemizi gerekli kılıyor: Yani Allah'a iman. Allah'a iman etmek, bütün dinlerin en anlamlı müştereği olsa gerektir. Diğer dinlerde Allah'a imân meselesinin insanlara nasıl sunulduğuna dair ancak üstünkörü bilgilere sahibiz ama İslâm'ın meseleye nasıl baktığını biliyoruz. Müslümanlar 'gayb'e, yani görünmeyene, hakikati hakkında doğrudan bilgi ve rü'yet sahibi olunamayan şeye iman etmekle yükümlü kılınmışlardır. Bu esnada daha kolay ve katıksız imana erişebilmek için insanların ötedenberi ihtiyaç duydukları "görünmeyeni görünür kılıcı" sembollere, ara kesitlere, bağlantı istasyonlarına yani putperestlik sayılacak şeylere kesinlikle müsaade edilmemiştir. Görünür ve bilinir olan Yaradan değil, yaratılandır; ve böylelikle insanlara da yaratılandan hareketle Yaradan'ı algılamak görevi teklif edilmektedir.

Öyleyse en geniş mânâsıyla "El din", yani İslâm, şöyle bir tarza sahiptir diyebiliriz: İslâm, hayatın ta içinde, çerçevesiz ve işaretlenmeksizin akan şeydir; görünürlükle, sembollerle, işaretlerle, renklerle, kalıp ve çerçeveyle işi yoktur ve tahdid edilmez; derûnîdir, şekille, sembolle değil davranışla zâhir olur; o yüzden temelde mekânı ve maddeyi değil davranışları, ruhu, ahlâkı düzenlemek gayesindedir. Nitekim Efendimiz'in sahih hadislerinden çıkarılacak umdelerden başlıcası budur; Onun tevazuu, sadece zenginlik ve şöhrete karşı tercih edilmiş bir imsâk ve mahviyetkârlıktan ibaret değil; o tevazû arayışında mümkün olduğunda az görünür olmak, buna mukabil mânâyı öne ve yükseğe çıkarmak arzusunun izleri de var. Bu nokta bizi ister istemez İslâm sanatları meselesine götürecektir çünkü sanat görünürlük talebinin en yüksek derecede tecelli ettiği bir saha. Buna göre seçilmiş ve tercih edilmiş şekil, mekân, renk, çizgi, serpuş, elbise, sancak, form mânâsında bir İslâm sanatından bahsetmek mümkün olmayacaktır; ancak bir sanat eserinde İslâm'ın dışladığı ve ayıpladığı şeylerin dışında kalan (mubah) yerde yapılan sanatkârâne eylemlere "İslâmî" demek mümkün. Bu yüzden meselâ "İslâm mimarlığı" kavramı, bence yanlış bir kavrayışı ifade ediyor, İslâmla ilgili bütün sanat dallarında İslami olan şey, onların mubah alanında gerçekleştirilmiş olmasından ibaret; geriye kalan ise sadece bu eserlerin Müslüman kimliği ile bilinen kimseler tarafından vücuda getirilmişlikleridir. Bu bakış açısı, olup biteni izah etmeye kafidir ve bütün sanat dalları için açıklayıcıdır.

Gerektiğinde daha etraflı şekilde bu konuya dönmek üzere tekrar görünürlük meselesine dönüyoruz.

Dinî hayat ve tecrübenin şüphesiz vecd (istiğrak, gaşy) boyutu vardır ve bu hal son derece enfüsî, derûnî, şahsî ve elbette tabii bir tecellidir; hiç şüphesiz utanılacak ve gizlenecek bir şey olmamasına rağmen samimi mü'minler bu gibi hallerini başkalarına sergilemekten hoşlanmazlar; halbuki, görünürlüğün tesir uyandırdığı bir dünyanın parçası olalıberidir Müslümanların görünür olmak arzuları hayret verici derecede artmış bulunuyor; bu arzunun en aşırı hallerini modern medyalarda (yani televizyon, dergi, radyo, gazete, reklam panoları vb.) farketmek için yorulmak gerekmiyor; özellikle Ramazan boyunca muhtelif medyalarda sergilenen ve pazarlanan şeyler aslında bir takım şahsî ve mahrem kalması gereken 'dinî haller'dir. Dinî bir şiir okunurken sunucunun gözlerindeki yaşı görünür hale getirmek için kaş ve kirpik detaylarına kadar zoom yapan kamera hareketi, bunun belki en aşırı örneği ama binlerce benzerinden sadece biri. Kanallar arasında hızla gezinirken, birbiri ardınca görünüp kaybolan görüntülerin ortak özelliğini kolayca farkedebiliyorsunuz; bunca dinî görüntü arasında ihlâstan pek az eser vardır ve esasen ihlâs görüntülenemez bir haldir; olup biten sadece dinin ve dinî hüviyet atfedilen malların ambalajlanması ve sanayi standartlarına uygun tarzda hızla çoğaltılarak satışa arzedilmesidir.

Ramazan boyunca radyo, televizyon ve sair medyalarla şöyle bir göz atmanın bendeki tesirini, dinî semboller üzerinden dinin kendisine karşı soğukluk peyda olması gibi bir ifadeyle açıklayabilirim. Buradan hareketle, "bazı din düşmanları dini görünür hale getirip dinin toplumdaki itibarını sarsıyorlar" imâsında bulunmuyorum; tam aksine, "dine hizmet ediyorum" zannıyla dini hâl ve şeyleri görünür kılmaya kalkışan samimi insanların bilmeden işledikleri fenalığa dikkat çekmek istiyorum. Dinî ve dine dair şeyleri görünür kılmak için oturup bir dil, bir lisan icat etmeye kalkışmak, neticesinde din aleyhtarı bir faaliyet olarak okunacaktır çünkü böylelikle dini olanla olmayan arasındaki en mühim fark, yani 'gaybî'lik farkı ortadan kaldırılmaktadır; insanın soyutlama kabiliyeti körletilmekte, insan, âdeta Tanrı'nın görünürlüğünü Nebilerinden ısrarla taleb eden uzak atalarının geri pozisyonlarına doğru itilmektedir.

Dine dair sembollerin gündelik hayatta giderek daha fazla yer tutması, bana göre dini mesajı güçlendirmekten ziyade nihai tahlilde çürütmeye yarayan bir tesir yapıyor. Din, esasen modernitenin muhatabı değildir ancak "görünür hale getirilmeyen anlaşılmaz ve değer bulmaz" prensibini dayatmasından itibaren modernite, dine muhalif bir mevziye giriyor; buna mukabil dinin verdiği cevap, bizatihi dinin kendisini görünür hale getirmesi olmamalıydı; modernite ile aynı seviyeye inmeyi kabul ettiği anda din dahi bir modernite kurumu haline gelmiş oluyor. Asırlardan beri Hıristiyanlığın başına gelen musibet buydu ve Hazret-i İsa'nın getirdiği haber, kilise ve kilise babaları tarafından cismanileştirildiği andan itibaren İncil'in İslâmî râyhası buharlaşıp kayboldu.

Fikirlerimin kolay anlaşılabileceğini beklemiyorum; hatta gelenekle ilgili pek çok unsuru nakzetmesi bakımından yanlış anlamaya son derece müsait hususlar ihtiva ettiğinin de farkındayım. Müslümanlar, dinin cisimleştirilmediği, görünür hale getirilmesinden herkesin çekindiği bir iklimi tahayyül etmekte zorlanacaklardır zira tarihin önümüze getirdiği tecrübeler (hatta din tarihi denilen disiplin), dinin cismanileştirilmiş sembolleri etrafında yürütülen faaliyetler olarak görünmektedir. Daha anlaşılır ifadeyle Müslümanlar ibadethanelerini minareli, mihraplı, yeşile boyalı, kubbeli, şadırvanlı görmek isteyecekler, Ramazan'ın geldiğini şehrin en tenha kaldırımından en kalabalık meydana kadar bütün mekanlarda solumak ve hissetmek arzusu gösterecek, çoğunlukta oldukları yeri kendi renklerine boyamayı, azlık kaldıkları yerlerde nüvelerini muhafazayı misyon kabul edeceklerdir.

Şekil unsurları hakkında kendilerine yakıcı ve dayanılmaz gelen bir tenkidi duyduklarında Müslümanlar, dinin asıl sahibi ile kendilerinin arasındaki ilişkiyi (iman-inkar) düşünmeliler; o ilişkiyi doğrulamak veya yanlışlamak için kendilerine görünür (visual) hiç bir delil yardımcı olamayacaktır; O'na ancak zihnî, derûnî ve gaybî bir muhakeme ile erişebilir veya erişemeyiz; dinin sembollerle tahkim edilmesine İslâm'ın temel itirazı, işte bu gaybî düşünce ve muhakeme faaliyetini sekteye uğratmamasına yöneliktir.

Aksi takdirde dünyanın bütün patates dinleri şekil unsuruna yeteri kadar ehemmiyet vermektedir zaten; İslâm'ın sair benzerlerinden "Allah indinde din" olarak ayrıştığı yer de budur.