Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

CHP, marka değeri yüksek, fakat üretimde başarısız bir firmaya benziyor; 1946 hariç tutulursa, çok partili hayatta şöyle ağız tadıyla bir seçim bile kazanamayan CHP, bunca siyâsi iflâsa rağmen konkordatoya gidip kendini tasfiye edemeyecek kadar itibarlı bir marka.

İtibarı, "kurumsal mutabakat" dediğimiz şeyin merkezinde yer almasından kaynaklanıyor, bir mânâda hâlâ bürokratik seçkinlerin partisi.

Bunu bir tarafa yazalım ve devam edelim.

CHP, tek başına seçim kazanamayacağı gibi, herhangi bir meseleyi çözme melekesini de kaybetmiş durumda; bir nevi siyâsî "ebter" (% 47'yle iktidara geldiğini düşünün, neyi kasdettiğimi anlayacaksınız!); fakat bu durum, CHP'nin tamamen fonksiyon kaybına uğradığı anlamına gelmez: CHP, politik sistemimizdeki atanmışlar, seçilmişler bölümlerini birbirine bağlayan irtibatın vanasıdır. Tek başına iş görmez ama o olmazsa sistemde basınç yükselir.

Şimdi de öyle oluyor. Kimse kusura bakıp lâfı tersinden anlamasın; dâhiyâne bir hamakatle icat ettiğimiz saçma-sapan bir problem yüzünden büyük enerji kaybediyor ve ele güne karşı rezil oluyoruz. Yazılıp çizilen şeylerin Batı dillerine tercüme edildiğini düşünün; aklı başında hiçbir vasati Batılı gazete okuyucusu anlamaz, anlayamaz. Kaldı ki biz bile anlayamıyoruz.

Sadede gelelim, lâfı toparlayalım: Türk siyasi hayatının 21. yüzyılında CHP'nin misyonu, seçilmişlerle atanmışlar arasındaki krizlerde arabuluculuk, (haydi "ağabeylik" diyelim) yapmak, vanayı açık tutmaktır. CHP böyle bir misyona kendi rızasıyla tâlip olmaz; onu onore ederek, iknâ ederek kriz anlarında devreye sokmak gerekir, gerekirdi.

Ben hükümetin sözü geçer danışmanlarından biri olsaydım, başörtüsü meselesini düz meclis çoğunluğuyla çözmeye kalkışmak yerine, CHP ile uzlaşmayı öğütlerdim.

Kimse, "CHP ile uzlaşmak mı?" diye irkilmesin: Sayın Baykal'ın vaktiyle bu mesele hakkındaki tutumu, bugünkü gibi sert ve bükülmez değildi; ılımandı. Kaldı ki ben Sayın Baykal'ın karakteri ve dünya görüşü itibariyle mazbut ve hatta mutedil bir insan olduğunu biliyorum. Uygun siyasi araç ve hamlelerle hükümet, Sayın Baykal'la temas kurup, "biz bu işi kırıp dökmeden, ülkeyi germeden tek başımıza çözmekte güçlüğe uğrayabiliriz; geliniz bu onur size ait olsun. İlk adımı siz atın; çözümü siz formüle edin. Biz size tâbi olmak zorunda kalmış gibi davranalım; ülkemizi bu saçma uygulamadan kurtaralım; böylece kurultaya da güçlü girersiniz" mesajını iletebilirdi.

Hükümet sözcüleri, daha önce "kurumsal mutabakat" arayacaklarına dair sözler telaffuz etmişlerdi zaten, hatırlarsınız.

Bu faraziyenin tam aksi yapıldı: Hükümet, öteki muhalefet partisi ile mutabakat kurdu; bu mutabakat, bürokratik muhalefeti öfkeden çılgına çevirdi; mâkulden başlayarak en saçmasına kadar dişe dokunur-dokunmaz bir sürü tepki sağanağı yükseldi. Bu arada CHP, Genelkurmay Başkanı'nın tepkisizliğine karşı bile tavır almak ihtiyacı hissetti. Subhi Ziya Bey'in "Gücendi biraz sözlerime münfail oldu" sözleriyle başlayan şarkısında olduğu gibi kendisini kırgın, dargın, infiale uğramış hissediyor şimdi. Varlık sebebini sorguluyor, makul bir gerekçe bulamayınca, "bunlar Şeriatı getirmek istiyor, Cumhuriyet elden gidiyor" terânesine sarılmak zorunda kaldı. Çeşm-i insâf ile düşünelim, şöyle bir zeminde CHP'nin başka ne yapmak ihtimâli var ki?

Bundan sonra ne olur? Gerginlik olur, çatışma olur, tansiyon yükselir. Önümüzde mahalli seçimler var; seçim öncesi siyasi gerginlik herkesin işine gelir; her kurumdan bir ses yükselir vesaire, vesaire...

...

Eski hikâyedir: Dostlarından biri Kartacalı Annibal'e şöyle demiş, "Üstad, rakiplerini yenmeyi biliyorsun ama galip gelmeyi bilmiyorsun!"