Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Başörtüsü meselesi, Türklerin 20. asırda icad edip başarıyla 21. asra taşıdığı dahice bir icattır, beş kuruş para harcamaksızın kendine bu çapta geniş problem çıkaran bir başka memleket yoktur. Bu, "sanal" bir krizdir, halli de sanal yolla olacaktır ama arada çekilen acılar, harcanan enerjiler, bozulan toplum ahengi zahiri değil gerçektir; bu ise, akıllı ve hayırlı bir topluluk olmadığımızı ortaya koyar.

Bütün dikkati ağaçlara yöneltmek, ormanı görünmez kılar; zaman zaman ayrıntılara yoğunlaştırılan enerjiyi, meselenin bütününü kapsayacak derecede genişletmek gerekir: Yıllardır başörtüsünü tartışıyoruz; bu vadide ilim tükendi, hukuk tükendi, basiret, aklıselim tükendi ve iş inat meselesi haline geldi. Bir problemi doğru algılamak, onu çözmenin ilk şartıdır. Karşılıklı inatlaşmanın yarattığı anaforda, esasında ne kadar basit ve kolaylıkla çözülebilir olursa olsun hiçbir mesele çözülemez.

Şimdi ağaçlardan çok ormanı görmeye çalışalım biraz; belki faydası olur.

Türkiye'nin son derece geniş çaplı, derin ve devasa bir meselesi var; her on kişiden ikisi işsiz. Gençler arasında bu oran daha yükseliyor. İşsizlik sadece ekonomik boyutu olan bir mesele değil, toplumsal ve özellikle psikolojik tesirleri yıkıcı, çökertici, kemirici bir illet. 25-30 yaşlarına gelmiş bir insanın hâlâ ebeveyn harçlığı ile geçinmesi, kendi yuvasını ve ailesini kuramaması, bizatihi kendisinin bu toplumun bir ferdi olarak ne işe yaradığını bir türlü fark edememesi ne demek? Asgari ücret, hayata yeni atılan gençlerin zihin dünyasında bir can kurtaran simidi haline gelmiş, her türlü sosyal güvenlik ve iş emniyetinden mahrum kaldığı halde haftada elli lira, yüz lira kazanabilenler kendini mutlu saymakta.

Biz başörtüsünü, türbanı tartışıyoruz.

Kamu ahlakı son derece zayıf; kaçak elektrik tüketim oranları nerdeyse yüzde 25'e çıkmış. Her dört elektrik abonesinden biri, kullandığı elektrik için para ödemeyi enayilik sayıyor. Devlet ise kamu alacaklarının tahsilindeki efsanevi beceriksizliğini sürdürüyor ve açıkgözlerin bedava tükettiği elektriği, bütçe hesaplarında namuslu vergi mükelleflerinin ve abonelerin sırtına yüklüyor.

Biz başörtüsünü ve türbanı tartışıyoruz.

Türkiye'de kamu kaynaklarını çok beceriksiz, müsrif ve müflis kullanan bir bürokrasi geleneği var; on kuruşluk işin 25 kuruşa mal edilmesi gelenek haline gelmiş. Şaibesiz ihale parmakla gösteriliyor. Vaktiyle seçmene hoş görünmek için hakiki maliyetinin iki üç katına kurulan devlet iktisadi teşekküllerinin yüzde doksanı zararda ve kötü yönetiliyor; elden çıkarılması gereğine herkesin inandığı bu işletmelerin özelleştirilmesi bile becerilemiyor ve Türkiye, iktisadi bakımdan bir üst refah dilimine sıçramak için ayıracağı kaynakları israfa gömüyor.

Biz başörtüsü ve türbanı tartışıyoruz.

Eğitim düzenimiz hastalıklı, ürünleri verimsiz ve malul; eğitimi ıslah etmeyi beceremiyoruz ama türban tartışmakta üstümüze yok. Nüfusumuzun yarısından fazlası son otuz sene içinde yer değiştirmiş ve değiştirmekte; buna bağlı olarak çok ciddi şehirleşme, asayiş, altyapı ve hukuk problemleri yaşıyoruz ama biz yine başörtüsü tartışıyoruz. Mafya tipi örgütlenmeler, büyük şehirlerden kasabalara doğru yayılırken kamu otoritesine meydan okuyorlar. Biz yine başörtüsündeyiz. Memleketin doğusunda adını kimselerin koymaya cesaret edemediği bir filli isyan var; dağlar çeteci kaynıyor ve Türkiye sırf bu isyanın bastırılması uğruna yıllardan beri "bir Türkiye daha inşa edecek" derecede büyük paralar harcadı, insan ve kaynak israf etti ve daha da edecek; olsun, türban tartışmakta vahşi bir lezzet var.

Sosyal güvenlik sistemimiz iflas halinde; güvenlik şemsiyesinin hesapsız ve kontrolsüz tarzda yaygınlaştırılmasından ötürü kamu maliyesi kımıldayamaz hale gelmiş. Türkiye dünyanın en borçlu ülkelerinden biri; her yıl biriktirebildiğimiz milli hasılanın mühim kısmı borç faizlerine ayrılıyor. Buna rağmen aldığı borcu çarçur eden iflahsız bir kaynak yönetimi anlayışı ile sırtımız yerden doğrulmuyor; olabilir, biz yine türbanı tartışmaya devam ediyoruz.

Türban veya başörtüsü, "mesele değildir, görmezden gelelim" diyor değilim. Dikkat çekmek istediğim husus, bu meselenin ihdas edilmesinin on paralık bütçe tahsisatı gerektirmediğidir. Başörtüsünü Türkiye'nin başına milli bir mesele olarak bela edenler, beş kuruş para harcamadılar. Hiç zahmet çekmeden ve gayret göstermeden maliyeti bedava ama sosyal ve siyasi pahası çok ağır bir problem sahibi olduk.

Bu meselenin halli de beş kuruşluk masraf gerektirmeyecektir; iki satırlık genelge veya yönetmelik ile ihdas edilen mesele, günün birinde bir top A4 kağıt maliyetinden bile ucuz bir maliyetle ortadan kalkar, belki o gün çoğumuz, başörtüsünün ne zaman ve hangi sebeple memleket gündemine girdiğini dahi unutmuş oluruz da milleti helak ettiğimiz yanımıza kâr kalır. Ama en çok korktuğum ihtimal, başörtüsü meselesinin ülke gündeminden sessiz sedasız çekildiği gün, bu hadiseyi fark edemeyecek derecede başka acılar içinde bulunmaklığımızdır. Hafazanallah!

Başörtüsü meselesi, biz Türklerin 20. asırda icad edip başarıyla 21. asra taşıdığımız dahice bir icattır, beş kuruş para harcamaksızın kendine bu çapta geniş problem çıkaran bir başka memleket yoktur. Bu, moda tabirle "sanal" bir krizdir, ortaya çıkışı sanaldır, halli de sanal yolla olacaktır ama arada çekilen acılar, harcanan enerjiler, bozulan toplum ahengi zahiri değil gerçektir; bu ise, akıllı ve hayırlı bir topluluk olmadığımızı ortaya koyar. İşsizliğe çözüm bulmak, eğitime kalite getirmek, daha akıllı bir kamu idaresi kurmak büyük ölçüde maddi kaynak ve daha önemlisi zaman gerektirir. Biz en azından o değerli zamanı başörtüsü gibi olmadık yerde icat edilmiş ve büyütülmüş bir meseleye sarfettiğimiz için zarardayız. Yazıktır.

Meselenin en mağdur görünen tarafı, başörtülü hanımlar ve genç kızlar gibi görünüyor; doğrudur ama eksiği şurada: Bu zahiri mesele, toplumsal enerjimizin -toprağa akıtılan elektrik gibi- israf edilmesine yol açıyor. Büyümek, güçlenmek, daha çok ve iyi üretmek, dünya sahnesinde rol almak, hatta dünyanın bozuk gidişatını değiştirmek için kullanmamız gereken gücü, aslında olmayan bir mesele için birbirimizi yemek uğruna tüketiyoruz.

Vebali büyüktür; yanımıza kalmaz!

Günün birinde sosyal tarihle uğraşanlar, başörtüsü tartışması ile geçirdiğimiz fuzuli zamanları incelediklerinde gözlerine inanamayacaklardır. Bu, Nasreddin Hoca'nın bile bile dar pabuç giyerek dolaşmasını andırır cinsten bir toplumsal ironidir: Nasreddin Hoca vaktiyle bile bile dar pabuç giyip sızlana sızlana gezermiş. Birisi, Hoca, demiş, "niçin sızlanıp duruyorsun; şu dar pabuçları kaldır at, rahata kavuş"

Hoca,

-Bu kadarını ben de biliyorum demiş, "ama ben bu dar pabuçları, daha büyük dertlerimi unutmak için giyiyorum; akşam olup da pabuçları çıkardığımda öyle ferahlıyor, öyle rahatlıyorum ki, öteki büyük dertlerim aklıma bile gelmiyor. Ertesi gün o büyük dertlerimi hatırladıkça yeniden dar pabuçları çekiyorum ayağıma!...

Bu da bir çaredir elbette ama nasıl bir çare?

...

Şimdi yeniden tek tek ağaçlara bakmaya devam edebiliriz; nerede kalmıştık...