Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Belki tabir biraz itinasız ama adresi doğru; vaktiyle Anadolu'da her beldenin meşhur birkaç "deli"si vardı; şimdi insanların yalnızlığını artıran şehir ikliminde, deliler de dahil "maruf ve meşhur" hemen hiçbir şey kalmadı. Delilere son zamanlarda kibarlaşan "özürlü" jargonunda hangi sıfatın verildiğini bilmiyorum; galib a en doğrusu "zihin özürlü" demektir.

Eskiden çocukluk haletiyle delileri uzaktan izler, nasıl "delirdiklerini" anlamaya çalışırdım; kendi kendilerine yüksek sesle konuşur, bize garip gelen el-kol hareketleri yapar, bazen en dayanılmaz kışkırtmalara bile sabırla tahammül ederken, bazen en sıradan ve olağan hareketler karşısında barut fıçısına dönerek öfkeyle indifa ederlerdi. Artık insanların hangi dayanılmaz baskı altında bütün zihin sigortalarını yakıp, yeni ve farklı bir ruhi denge seviyesinde kendileriyle barışık kaldıklarını anlayabiliyorum: Belli ki dışardan bize delilik gibi görünen davranış, akıl melekesinin fesada uğraması değil, insanların çoğunluğuna farklı ve garip görünen yeni bir irtifada insanın yeni dengeler inşa edebilmesidir.

Ruh hekimleri herkesin bir miktar dengesiz olduğunu ileri sürüyorlar; bu faraziyeye itirazım yok; çünkü doğru olduğuna inanıyorum. Türkiye'de olup-biteni sindirebilmek için akli melekelerden hiç değilse bir kısmını devre dışı bırakmak şart oldu artık. Bu hesaba göre biz, normal delilik sınırına dünya ortalamasının biraz daha üstünde dayanmış bir toplum sayılabiliriz. Bugünlerde delilere atfedilen nüktelerin bana hiç de komik görünmemesi şüphesiz hayra alamet değil; mesela hastane duvarındaki bir deliğin önünde sıraya girerek saatlerce gözünü deliğe uydurup bekleşen delilerin hikayesini hepimiz biliriz. Rivayet o ki henüz yeterince delirmemiş bir ziyaretçi saik-i merak ile kuyruğa girip sıra kendine gelince deliğe bakmış ve tabii hiçbir şey görememiş; "Yahu burda bir şey yok" diye şaşırınca sıra bekleyenlerden birisi öfkeyle homurdanmış, "Biz yıllardır bakıyoruz henüz bir şey göremedik, sen iki dakik abakmakla ne görmeyi umuyorsun ki?" Eğer yeterince zihin özürlü değilseniz her hükümet programında ve reform paketinde iyiniyetle hikmet veya kurtuluş reçetesi arayan biz normal ve sıradan insanların safdil beklentisi ile duvardaki delik önünde kuyruğa giren deliler arasında bir fark bulamayacağınızdan eminim. Fıkralarda rastladığımız gülünecek çelişkiler hayatın normal ahenginde sıradan unsurlar gibi birbiri ardı sıra sökün etmeğe başlayınca insanda gülecek hal kalmıyor doğrusu.

'Hastane'nin koğuşlarını dolaşan doktor bir akıl hastasının çalakalem bir şeyler yazdığını fark edince merakla yanına yaklaşıp ne yazdığını öğrenmek istemiş, "Mektup yazıyorum." demiş deli. "Peki, kime yazıyorsun?", "Kime olacak kendime." Doktor dayanamamış, "peki ne yazıyorsun?" Deli, küçümseyen bakışlarla doktoru şöyle bir baştan ayağa süzmüş. "Seninki de laf mı doktor, nereden bileyim; mektubu henüz almadım ki?" Ciğerlerinin en ücra bronşlarına kadar bütün sicil ve sabıkasına vakıf olduğumuz pek çok "kişi" veya "kuruluş"un neler yapabileceğini pekala bildiğimiz halde, yine de "Dur bakalım, şimdi ne yapacak." diye meraklanmamız, bence bu fıkranın esprisinden daha çok gülünesi bir haldir. Romalılar, tiyatro duvarlarına "Ahlaksızları gülerek cezalandırıyoruz." yazarlarmış; doğrusu güzel tedbir; biz ise merakla seyrederek ödüllendiriyoruz; bu tedbirin sıfatını gayrı siz tayin ediniz.

Kendi seçmeninin büyük çoğunluğunun bile "Nerden çıktı başımıza" diye yaka silktiği bir lidere, dışarılarda bir yerde, adını şanını bilmediğimiz birtakım kuruluşların şatafatlı törenler düzenleyerek fiyakalı unvanlar vermesi, ucundan-kenarından sizin de zihin sağlığınızı tehdid etmiyor mu? "Ecnebiler ariftir; adamlar bizi bizden iyi tanıyorlar canım." diye kurulu tesellilere kendini kandıran takımından değilseniz işbu sebepsiz iltifatın manasına ermek için akıl tahtalarından en az birkaçının gıcırdaması gerekiyor bence. Bu konuya eldiven gibi tıpatıp uyan bir fıkra var sırada; Adamın biri geceyarısı "hastane"nin kapısına dayanıp nöbetçi doktoru uyandırmış; "Doktor bey, doktor bey! Erkek hastalarınızdan birinin mutlaka birkaç saat evvel hastanenizden kaçmış olması lazım. Acaba size hastalarınızdan birinin firar ettiğine dair bir vukuat haberi geldi mi?

Doktor, hem vakitsiz, hem de asılsız bir gerekçeyle uyandırıldığına sinirlenmiş. "Yok bizde öyle bir vukuat, nereden çıkardın şimdi hastalarımızdan birinin firar ettiğini?"

Adam masum bir tavırla cevap vermiş: "Az önce bizim hanımın, biriyle kaçtığını haber aldım da, onun için soruyorum doktor bey."

Sizi bilmem, ben her sabah gazetelere göz attıkça kendimi "hastanenin vukuat defterini" gözden geçiren bir başhekim gibi hissetmeye başladım. Deli fıkralarının gazete haberlerinden farkı kalmadı. Takdir edersiniz ki oldukça tatsız bir durum bu.

Neyse ki "Temel" var!