Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Türk milliyetçiliği, tarihî süreç içinde 'ötekiye' yaygın nefret duygusu geliştirerek ve ötekiyi aşağılayarak gelişti. Dünyadaki örneklerine benzer bir biçimde, nefret edilene karşı her türlü şiddetin meşruluğunu savundu. Irkçı milliyetçilikler nefretle yönetilirler ve bu nefretin yöneldiği kurban ya da kurbanlar her zaman oldu.

Nefretle yönetilen bu milliyetçiliğin son kurbanı oldu Hırant Dink. İnsani olana karşı şiddet uygulanmasını teşvik etmek, böylece sosyal yaşamın temeli olan empatiyi insanların hayatından silmek, ırkçı milliyetçiliğin karakteristik özelliğidir." (O. Miroğlu, 'Arka Bahçe'nin Kürtleri, Radikal, 25.2.2007)


Basılı ürünlerin böyle bir illüzyonu var; ilk elde sanki doğruymuş gibi görünüyor. İnternet sayfalarındaki ifadeler henüz bu peşin krediyi hak edemediler. Ne de olsa basılı ürünler, Gutenberg'den bu yana geçen beş asır içinde kolay sarsılmaz bir itibar kazanmıştı. İnternet medyası henüz çocuk; güven telkin etmiyor. Orada yazılıp çizilenlerin okuyucuda daha çok "dedikodu" imiş gibi etki uyandırması bu yüzden.

Hayır hayır, yanlış düzeltmek gibi beyhûde bir gayret içinde olmayacağım; yanlışı tashih, yanlış sahibini ve söylediklerini ciddiye almak anlamına gelir. Yukardaki satırların sahibi bana göre yanlışı düzeltilecekler zümresinde bulunmayı hak etmiyor.


Bilim, hakikatin emrinde iken saygıdeğer bir araçtır. Hakikate vâsıl olmak ve her ne ise onunla yüzleşmek irâdesini ıskalamış bir bilim aşkı, benim için sadece marazlardan bir maraz. Bazıları, "Bilim zaten gerçeğe yönelmemiş midir ki böyle bir tefrike ihtiyaç duyuluyor?" sualini merak edebilirler. Cevabı şöyle: Bilim, neyin üzerine tutulursa onun hakikatini gösteren bir büyüteç değildir; bilakis daha işin başında bilim bir "orientation" (yönelme, yön belirleme, hedefle uyum içine girme) problemini ihtiva eder; basitçe ifade olunmak gerekirse otomobilin yaptığı iş, nereye yönlendirildiği ve hareketi esnasında doğru kullanılması (etik) ile ilgilidir. Yanlış oryantasyon ile bilimi vasıta kılarak hatalı sonuçlara ulaşmak mümkündür ve bilim tarihi bu yüzden heyecanlı bir serüvendir.


Baştaki ibareler, yanlış oryantasyona ilginç bir misâl teşkil ediyor, çünkü hakikate değil, ideolojik doğruları pekiştirme maksadıyla kaleme alınmış şeylerdir, "türrehat" zümresindendir; ciddiye alınıp cerh ü tâ'dili ayrıca tenezzül gerektiren bir meseledir.


Okur-yazarlık, geçen yüzyılın yücelttiği bir değerdi; artık tek başına mânâ taşımıyor; okur-yazarlığın yanına tefrik ve temyiz kabiliyetini de ilâve etmek lâzımdır. Haber ve bilgi sağanağı altında bunaltılan 21. yüzyılın insanı, doğru bilgilenmek bakımından -meselâ- 16. yüzyılda yaşayanlardan daha talihsiz ve daha çok risk altında bulunuyor. Ne var ki insanların kısm-ı âzâmı tefrik ve temyiz kabiliyetinden mahrum olduğu için, bazılarımızın "aydınlanma" diye tekrarlayıp durduğu o büyük ideal hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hülyâdır.

Çünkü insanların büyük çoğunluğu, okudukları ilk şeyi doğru kabul ederler ve böylece yeniden başa dönmüş oluruz.


Haberleşme araçları ve genel eğitimin araçları, insanları tefrik ve temyiz kabiliyetini haiz "ferd"ler olarak olgunlaştırmakta başarısız ve isteksizdir. Çağdaş demokrasilerin en büyük zaafı budur; fikir ve söz hürriyeti, bu zaafı izale etmiyor, sadece bu zaaftan doğan acıları kısa süreliğine dindiriyor.


Bağlayalım: Türk milliyetçiliğini doğuran ve hâlâ aktif halde bulunduran saik, ağzı olanın ona dahletmesinden neş'et eden tepkiler olmuştur. Irkçılık ithamı ise, bu çerçevede daha ziyade itham sahibine yaraşıyor.