Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İhtilâl öncesi Fransası'nda iki sınıfın siyasetle uğraşmaya hakkı vardır: Asilzâdeler ve Ruhbanlar. Tahminen 24 milyon küsur olduğu tahmin edilen toplam nüfusa nisbetle bu iki imtiyazlı sınıfın sayısı, yuvarlak hesapla yarım milyonu bulmuyordu: 80 bin civarında ruhban ve dörtyüzbin civarında asîle mukabil 24 milyon ahali; avam. Mahsûs ifâdesiyle "Tiers E'tat", yani "Üçüncü sınıf"; yüzde doksanbeşini köylülerin, kalanını şehirde yaşayan esnaf, tüccar, öğretmen, avukat, banker, tefeci vb. gibi kişilerin oluşturduğu, ilki iki sınıfa mensup olmayan herkes.

Ruhbanlar, kendi içlerinde yoksul ve vâriyetli diye iki zümreye ayrılmıştı (o günlerde Kilise'nin toplam tarım arazisinin % 6'sına mâlik bulunduğunu hatırlayalım. Nitekim yoksul ruhbanların çoğu, ihtilâl sürecinde üçüncü sınıfa iltihak edecektir). Asiller de menşe' itibariyle iki cins idiler: "Noblesse D'epee ve Noblesse de Robe". İlki Kılıçlı asilzâdeler mânâsına geliyor; o burun kıvırdığımız Osmanlı siyasi hukukunda "asâlet" kavramı yok lakin benzetmek lâzımsa bizdeki "ehl-i seyf"e denk düşüyor; asâlet haklarını kılıçla, er meydanında kahramanlık yaparak bilhakkın kazanmış olanlar. İkinci zümre, yani "Noblesse de Robe" ise "Cübbeli asilzâdeler" demek. Bunlar ise imtiyazlarını teveccühle, irâde-i seniyye ile iktisab edenler makûlesi.

İhtilâlin kavurucu ateşi, Fransa'da evvelâ imtiyazlara yöneldi; ne kardinal, ne imparator, ne köylü! Üçüncü sınıfın ağzı kalabalık hatipleri eşitlik, hürriyet, kardeşlik kelimelerini bir kırbaç gibi şaklatarak çoktan beridir temeli çürümüş sosyal imtiyazları darmadağın ettiler. Cumhuriyet fikrinin eşitlik düstûru, o günlerden mülhem; herkes, cumhuriyet kanunlarının önünde bir tarağın dişleri gibi eşit ve aynı hizâda ama elbette değdiği yeri yakan kelimelerin sahibi bir hatip olarak Jacobinizmin peygamberi Robespierre, ihtilâlci taşkınlığı Avrupa'yı titreten bir sel şeklinde tanzim etmeyi beceren muhteris bir general olarak diktatör Napolyon diğerlerine göre biraz daha fazla eşit kalacaklardır! Yüksek hülyalar ile sert realite arasındaki mesafeyi ehlileştirmekte dün olduğu gibi bugün de sağlıklı bir denge inşa edememekle mâlul Fransa, defalarca restore etmek zorunda kaldığı Cumhuriyet fikrini ihraçta şaşırtıcı bir maharet sergileyecektir. Nitekim o gün bu gündür Cumhuriyet, her daim onu korumak ve kollamakla görevli evlatlarının, icabında nush, lâzım gelince kötek kullanmaktan çekinmeyen "drijan" güç odaklarının himâye ve vikâyesine muhtaç bir "tabiilik" sergilemektedir. Ne zaman vatan tehlikeye düşerse, Cumhuriyet'in rûhu'nu temsil ettiklerine inanan fedâkâr evlâtlar devreye girer ve pankartı parlamentonun duvarına asarlar: "Vatan tehlikede!" demek, Mecelle'nin mahsus tâbiriyle, "Zaruretler memnu şeyleri mubah kılar" hükmü fehvâsınca ihtilâlin kazandırdığı mevzileri muhafaza uğruna anayasanın yasak kıldığı şeylerin icrâsını olağan kılmak demektir.

Aklınız karıştı değil mi? Bir genç hanım okuyucu diyor ki, "bazen yazılarınızı okuduktan sonra 'ne dedi şimdi bu amca' diye meraklansam da okumadan edemiyorum". Haklı, zira ortada karışık bir durum var. İhtilâlin tasfiye ettiği zannedilen "Noblesse de Robe" ashâbının gün gelip de Cumhuriyet'i korumak ve kollamak için "Robe"larını çekip (Rahmetli İsmet Paşa da ara sıra, "Çekerim çizmeleri ha!" diye ortalığı velveleye verirdi hani!) sağa sola yüksek profil göstermeleri gerçekten "tahdiş-i ezhânı mûcib" oluyor.

Aslında çelişki yok; bunlar da bizim "Noblesse de Robe"larımız işte. Yalnız merak ettiğim bir şey var; içinde kimse olmadığı halde bu kadar "Robe" nasıl ayakta duruyor mîrim?